Devrim AKTÜRK
Köşe Yazarı
Devrim AKTÜRK
 

Müjdat Gezen ve Metin Akpınar mı Sanatçı?

Erzurumsonhaber / Erzurum - Ülkemizin şu anda yaşadığı maddi ve manevi durumlar, hiç bu kadar aşağılanacak seviyelere düşmemişti. İki kişinin bir televizyon programında sarf ettiği sözler, rasyonel ve realist değildir, olamaz. Bu yüzden Metin Akpınar, Müjdat Gezen ve Yılmaz Özdil’in söylemekten bıkmadıkları ‘‘Demokrasi’’ kelimesini en iyi uygulatan kişi, hakaret ettikleri Cumhurbaşkanımızdır.   21.12.2018 tarihinde Halk TV’de Uğur Dündar’ın sunduğu Halk Arenası’ndaki konuklar Müjdat Gezen ve Metin Akpınar’dı. Bu iki şahsiyet, ‘‘sanatçı’’ sıfatlarıyla ve Atatürk’ün ‘‘Hepiniz milletvekili olabilirsiniz, bakan olabilirisiniz. Hatta cumhurbaşkanı olabilirisiniz. Fakat sanatkâr olamazsınız’’ sözleriyle hareket ederek, 52 oy ile seçilmiş bir ülkenin cumhurbaşkanına hakaret ettiler. Ardından Savcılık tarafından yayın esnasında kullandıkları sözler nedeniyle soruşturma açılarak Adliye’ye çağrıldılar.   Öncelikle neden böyle bir durum yaşandı, Adliye’ye niçin çağrıldıklarını öğrenmekte elbette ki fayda vardır.   İlk olarak Müjdat Gezen’den başlayalım. Gezen, olayın yaşandığı günde dedi ki: ‘‘Herkesi azarlıyor, herkese parmak sallıyor, millete ‘Haddini bil’ diyor. Bak Recep Tayyip Erdoğan, sen benim, bizim vatanseverliğimizi sınayamazsın. Haddini bil.’’ ifadelerini kullanmıştı. Ancak Müjdat Gezen’in bilmediği bir durum var; Cumhurbaşkanı kime ve kimlere parmak sallıyor, niçin sallıyor? Fatih Portakal canlı yayında tıpkı diğer faydasızlar gibi halkı sokağa davet edecek, ülkeye fitne ve fesat sokacak,, akabinde Cumhurbaşkanı karşı çıkınca da kötü olan Recep Tayyip Erdoğan olacak öyle mi? Portakal, unutma ki Cumhurbaşkanı asla, başkanlık sistemi gelirse sizi Yunanlılar gibi denize dökeriz, diye bir tabir kullanmadı. Nitekim şu da bir hakikattir ki, ABD’nin Suriye’de çekilmek istemesi, bir Türk Diplomatik zaferidir.   Sırada ise Metin Akpınar var. Akpınar’da olayın yaşandığı gün dedi ki: ‘‘Bireylerin özgür iradesiyle geleceklerini tayin edebildikleri rejim demokrasidir. Bizim polarizasyondan, bu kargaşadan kurtulabilmemizin tek çaresi de demokrasi diye düşünüyorum. Oraya ulaşabilirsek ne ala, kavga dövüş olmaz, biz bu işin içinden çıkarız. Ulaşamazsak her faşizmin olduğu gibi, karşılaştığı gibi belki liderlini ayağından asarlar, belki mahzenlerde zehirlenerek ölür, belki adı geçen başka liderlerin yaşadığı gibi kötü sonlar yaşayabilir ama bize yazık olur, biz harap oluruz.’’ Yani diyor ki; kardeşim bu ülkede demokrasi yok, demokrasi olmadığı içinde bugün ülkemiz bu halde. Eğer demokrasinin olduğu bir ülkede yaşasaydık, Türkiye bugün bambaşka bir ülke olurdu. İşte bu sorunları yaşatanda – yaşattıranda Cumhurbaşkanı’dır. Bak Cumhurbaşkanı, efendi olmazsan eğer sonun Hitler gibi, Mussolini gibi, Kennedy gibi, Saddam Hüseyin gibi, Kaddafi gibi, Muhammed Mursi gibi olur.   Olayın aslı astarı bundan ibaret. Bu durumda kuvvetler ayrılığı içerisinde yer alan bağımsız Yargı’nın size nasıl bir tolerans göstermesini bekliyorsunuz, hayret ediyorum. Birde ortalıkta, ben gazeteciyim, diye dolaşan Yılmaz Özdil adında biri var. Bu adam Halk Arenası’nda (-ki Halk Arenası +7 yayıncılığı yapan bir program), ülkenin bu durumlara gelmesini Cumhurbaşkanı’nın bir kadeh içki içmemesine bağladı. Çoluk çocuğun izlediği bir programda içkiyi meşru göstermeye çalışan biri ve buna mani olmayan sunucu Uğur Dündar. Gerçektende hayret ediyorum, geleceğe dair büyük işler başarmak isteyen biz gençlere nasıl oluyor da içkiyi sevdirme politikası izlenebilir? Ancak artık bu yaşanan durumlara hiç şaşırmıyorum, çünkü sayelerinde alıştık.   Ha birde şunu yazmadan edemeyeceğim; bunlar ve bunların ekibi toplanıp Atatürk’ün sanatkârlar adına söylediği sözle hareket edip, sanki sanatçının sonsuz dokunulmazlığı varmış gibi bir tavır takınıyorlar. İnanıyorum ki Atatürk o sözü size dememiştir, katiyen kabul etmezdi. Bu sayede siz Atatürk’ün adını kullanarak, kendisine hakaret etmiş oluyorsunuz, bilginize sunarım.   Bunlar ve bunların taraftarları da, sanatçılarımıza dokunulamaz, diye haykırıyorlar. Arkadaşlar, bu ülke sırf şiir okuduğu için tutuklanan büyükşehir belediye başkanı gördü, Recep Tayyip Erdoğan. Bu şiirin dizelerinde ise  fitneciler gibi ülkeyi ikiye ayıran cümleler yoktu, birleştiren cümleler vardı. Peki Ey Müjdat Gezen, Metin Akpınar, sanatseverler siz neredeydiniz? Bu adam, bu ülkenin evladı ve vatandaşı değil miydi?    Bu ülkede sırf bir tane Kürtçe şarkı çıkarmak isteyen gerçek sanatçılar tartaklandı, dava açıldı, anasına – bacısına küfredildi ve sürgün edildi; kim mi bu gerçek sanatçı, Ahmet Kaya. 10 Şubat 1999’da Magazin Gazetecileri Derneği’nin Princess Otel kongre salonunda düzenlenen ödül töreninde yılın en iyi sanatçısı ödülünü alan Ahmet Kaya, ödül konuşmasında bir Kürtçe şarkı çıkartmak istediğini belirtti. Sonra ne mi oldu, Serdar Ortaç’ın fitnesi ve Reha Muhtar’ın da ona eşlik etmesiyle Ahmet Kaya’ya saldırı düzenlendi. Sonrada Kaya için  3 yıl 9 ay ağır hapis cezası istemine karar verildi. Aynı isim, Cumhuriyet Bayramı’nda dönemin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı, şimdinin ise Cumhurbaşkanı ile ele ele tutuşarak ‘‘Şiir okuyanların ve şarkı söyleyenlerin tutuklanmadığı, tutuklanmayacağı cumhuriyetlerde bir daha görüşmez üzere.’’ dedi. Peki Ey Müjdat Gezen, Metin Akpınar, sanatseverler siz neredeydiniz? Bu vatandaş sanatçı değil miydi?   Bir diğer gerçek sanatçı ise Yılmaz Güney’dir. Yılmaz Güney Türkiye’nin görmüş ve yetiştirmiş olduğu en kıymetli yönetmen – senaryo yazarıdır. Ne yazık ki böyle bir değerli şahsiyeti de bu ülkenin sözde politikacıları harcadı. Türkiye’nin toplumsal gerçekçilik filmlerini çeken ve yazan Yılmaz Güney, sırf halka hitap ettiği için önce 10 yıl, daha sonra ise 19 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Ancak Yılmaz’ın kalem tutan eli mahpushane köşelerinde hiç durmadı. Kendisi hapishanedeyken Boynu Bükükler adlı bir roman; Sürü, Yol gibi filmlerin senaryolarını yazdı. Nitekim Güney’in, Yol Filmi, Türk Sinema tarihine adını altın harflerle yazdırdı. Hatta 1972’de Yılmaz Güney, Altın Koza Ödülü’nde birinci olmasına rağmen kendisine hakkettiği ödülü  verilmiyor ve ödülü ikinci olan Cüneyt Arkın’a takdim ediyorlar. Ancak Cüneyt Arkın bu ödülünün Yılmaz Güney’e ait olduğunu bildiği için, takdim edilen ödülü kabul etmiyor. Peki Ey Müjdat Gezen, Metin Akpınar, sanatseverler siz neredeydiniz? Bu vatandaş sanatçı değil miydi?   Kısacası okurlarım, sizlere bugün kimlerin gerçek sanatçı, kimlerin düzmece sanatçı olduğunu belirtmeye çalıştım. Artık son kararı siz verin.    
Ekleme Tarihi: 30 Aralık 2018 - Pazar

Müjdat Gezen ve Metin Akpınar mı Sanatçı?

Erzurumsonhaber / Erzurum - Ülkemizin şu anda yaşadığı maddi ve manevi durumlar, hiç bu kadar aşağılanacak seviyelere düşmemişti. İki kişinin bir televizyon programında sarf ettiği sözler, rasyonel ve realist değildir, olamaz. Bu yüzden Metin Akpınar, Müjdat Gezen ve Yılmaz Özdil’in söylemekten bıkmadıkları ‘‘Demokrasi’’ kelimesini en iyi uygulatan kişi, hakaret ettikleri Cumhurbaşkanımızdır.

 

21.12.2018 tarihinde Halk TV’de Uğur Dündar’ın sunduğu Halk Arenası’ndaki konuklar Müjdat Gezen ve Metin Akpınar’dı. Bu iki şahsiyet, ‘‘sanatçı’’ sıfatlarıyla ve Atatürk’ün ‘‘Hepiniz milletvekili olabilirsiniz, bakan olabilirisiniz. Hatta cumhurbaşkanı olabilirisiniz. Fakat sanatkâr olamazsınız’’ sözleriyle hareket ederek, 52 oy ile seçilmiş bir ülkenin cumhurbaşkanına hakaret ettiler. Ardından Savcılık tarafından yayın esnasında kullandıkları sözler nedeniyle soruşturma açılarak Adliye’ye çağrıldılar.

 

Öncelikle neden böyle bir durum yaşandı, Adliye’ye niçin çağrıldıklarını öğrenmekte elbette ki fayda vardır.

 

İlk olarak Müjdat Gezen’den başlayalım. Gezen, olayın yaşandığı günde dedi ki: ‘‘Herkesi azarlıyor, herkese parmak sallıyor, millete ‘Haddini bil’ diyor. Bak Recep Tayyip Erdoğan, sen benim, bizim vatanseverliğimizi sınayamazsın. Haddini bil.’’ ifadelerini kullanmıştı. Ancak Müjdat Gezen’in bilmediği bir durum var; Cumhurbaşkanı kime ve kimlere parmak sallıyor, niçin sallıyor? Fatih Portakal canlı yayında tıpkı diğer faydasızlar gibi halkı sokağa davet edecek, ülkeye fitne ve fesat sokacak,, akabinde Cumhurbaşkanı karşı çıkınca da kötü olan Recep Tayyip Erdoğan olacak öyle mi? Portakal, unutma ki Cumhurbaşkanı asla, başkanlık sistemi gelirse sizi Yunanlılar gibi denize dökeriz, diye bir tabir kullanmadı. Nitekim şu da bir hakikattir ki, ABD’nin Suriye’de çekilmek istemesi, bir Türk Diplomatik zaferidir.

 

Sırada ise Metin Akpınar var. Akpınar’da olayın yaşandığı gün dedi ki: ‘‘Bireylerin özgür iradesiyle geleceklerini tayin edebildikleri rejim demokrasidir. Bizim polarizasyondan, bu kargaşadan kurtulabilmemizin tek çaresi de demokrasi diye düşünüyorum. Oraya ulaşabilirsek ne ala, kavga dövüş olmaz, biz bu işin içinden çıkarız. Ulaşamazsak her faşizmin olduğu gibi, karşılaştığı gibi belki liderlini ayağından asarlar, belki mahzenlerde zehirlenerek ölür, belki adı geçen başka liderlerin yaşadığı gibi kötü sonlar yaşayabilir ama bize yazık olur, biz harap oluruz.’’ Yani diyor ki; kardeşim bu ülkede demokrasi yok, demokrasi olmadığı içinde bugün ülkemiz bu halde. Eğer demokrasinin olduğu bir ülkede yaşasaydık, Türkiye bugün bambaşka bir ülke olurdu. İşte bu sorunları yaşatanda – yaşattıranda Cumhurbaşkanı’dır. Bak Cumhurbaşkanı, efendi olmazsan eğer sonun Hitler gibi, Mussolini gibi, Kennedy gibi, Saddam Hüseyin gibi, Kaddafi gibi, Muhammed Mursi gibi olur.

 

Olayın aslı astarı bundan ibaret. Bu durumda kuvvetler ayrılığı içerisinde yer alan bağımsız Yargı’nın size nasıl bir tolerans göstermesini bekliyorsunuz, hayret ediyorum. Birde ortalıkta, ben gazeteciyim, diye dolaşan Yılmaz Özdil adında biri var. Bu adam Halk Arenası’nda (-ki Halk Arenası +7 yayıncılığı yapan bir program), ülkenin bu durumlara gelmesini Cumhurbaşkanı’nın bir kadeh içki içmemesine bağladı. Çoluk çocuğun izlediği bir programda içkiyi meşru göstermeye çalışan biri ve buna mani olmayan sunucu Uğur Dündar. Gerçektende hayret ediyorum, geleceğe dair büyük işler başarmak isteyen biz gençlere nasıl oluyor da içkiyi sevdirme politikası izlenebilir? Ancak artık bu yaşanan durumlara hiç şaşırmıyorum, çünkü sayelerinde alıştık.

 

Ha birde şunu yazmadan edemeyeceğim; bunlar ve bunların ekibi toplanıp Atatürk’ün sanatkârlar adına söylediği sözle hareket edip, sanki sanatçının sonsuz dokunulmazlığı varmış gibi bir tavır takınıyorlar. İnanıyorum ki Atatürk o sözü size dememiştir, katiyen kabul etmezdi. Bu sayede siz Atatürk’ün adını kullanarak, kendisine hakaret etmiş oluyorsunuz, bilginize sunarım.

 

Bunlar ve bunların taraftarları da, sanatçılarımıza dokunulamaz, diye haykırıyorlar. Arkadaşlar, bu ülke sırf şiir okuduğu için tutuklanan büyükşehir belediye başkanı gördü, Recep Tayyip Erdoğan. Bu şiirin dizelerinde ise  fitneciler gibi ülkeyi ikiye ayıran cümleler yoktu, birleştiren cümleler vardı. Peki Ey Müjdat Gezen, Metin Akpınar, sanatseverler siz neredeydiniz? Bu adam, bu ülkenin evladı ve vatandaşı değil miydi?

 

 Bu ülkede sırf bir tane Kürtçe şarkı çıkarmak isteyen gerçek sanatçılar tartaklandı, dava açıldı, anasına – bacısına küfredildi ve sürgün edildi; kim mi bu gerçek sanatçı, Ahmet Kaya. 10 Şubat 1999’da Magazin Gazetecileri Derneği’nin Princess Otel kongre salonunda düzenlenen ödül töreninde yılın en iyi sanatçısı ödülünü alan Ahmet Kaya, ödül konuşmasında bir Kürtçe şarkı çıkartmak istediğini belirtti. Sonra ne mi oldu, Serdar Ortaç’ın fitnesi ve Reha Muhtar’ın da ona eşlik etmesiyle Ahmet Kaya’ya saldırı düzenlendi. Sonrada Kaya için  3 yıl 9 ay ağır hapis cezası istemine karar verildi. Aynı isim, Cumhuriyet Bayramı’nda dönemin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı, şimdinin ise Cumhurbaşkanı ile ele ele tutuşarak ‘‘Şiir okuyanların ve şarkı söyleyenlerin tutuklanmadığı, tutuklanmayacağı cumhuriyetlerde bir daha görüşmez üzere.’’ dedi. Peki Ey Müjdat Gezen, Metin Akpınar, sanatseverler siz neredeydiniz? Bu vatandaş sanatçı değil miydi?

 

Bir diğer gerçek sanatçı ise Yılmaz Güney’dir. Yılmaz Güney Türkiye’nin görmüş ve yetiştirmiş olduğu en kıymetli yönetmen – senaryo yazarıdır. Ne yazık ki böyle bir değerli şahsiyeti de bu ülkenin sözde politikacıları harcadı. Türkiye’nin toplumsal gerçekçilik filmlerini çeken ve yazan Yılmaz Güney, sırf halka hitap ettiği için önce 10 yıl, daha sonra ise 19 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Ancak Yılmaz’ın kalem tutan eli mahpushane köşelerinde hiç durmadı. Kendisi hapishanedeyken Boynu Bükükler adlı bir roman; Sürü, Yol gibi filmlerin senaryolarını yazdı. Nitekim Güney’in, Yol Filmi, Türk Sinema tarihine adını altın harflerle yazdırdı. Hatta 1972’de Yılmaz Güney, Altın Koza Ödülü’nde birinci olmasına rağmen kendisine hakkettiği ödülü  verilmiyor ve ödülü ikinci olan Cüneyt Arkın’a takdim ediyorlar. Ancak Cüneyt Arkın bu ödülünün Yılmaz Güney’e ait olduğunu bildiği için, takdim edilen ödülü kabul etmiyor. Peki Ey Müjdat Gezen, Metin Akpınar, sanatseverler siz neredeydiniz? Bu vatandaş sanatçı değil miydi?

 

Kısacası okurlarım, sizlere bugün kimlerin gerçek sanatçı, kimlerin düzmece sanatçı olduğunu belirtmeye çalıştım. Artık son kararı siz verin.

 

 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve erzurumsonhaber.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.