Fırat AKSOY
Köşe Yazarı
Fırat AKSOY
 

Amelde Devam

İster mutlu ol istersen olma; ama amellerini aksatma! “Kalbimize bizi ümidsizliğe düşürmeye çalışan şeytani vesveseler geldiği zaman üzerinde durmamamız, önem vermememiz lazımdır. Allahu Zülcelal insanın zerre kadar amelini dahi zayi etmez. Nitekim, Ayet-i Kerime’de: ‘Her kim zerre kadar bir hayır işlerse onu görecek; her kim de zerre kadar bir kötülük işlerse onu görecektir.’ (Zilzal; 7-8) buyurulmuştur. Peki, biz huzur bulmak için mi Allah-u Zülcelal’e ibadet ediyoruz. Huzur ister olsun, ister olmasın, nefsimizi ikrah ederek, zorlayarak onu zindana koymalı ve Rabbimizi razı edebilmek için salih amel yapmalıyız. Huzurlu olduğumuz zaman ibadet yapıp, huzursuz olduğumuzda ibadeti terketmek, nefsimiz için çalışmaktan başka bir şey değildir. Nefis istese de, istemese de ibadetlerimizi yapmamız, Allah-u Zülcelal ne hal verirse versin, buna razı olmamız lazımdır.” * İbretle bakmalı, hazırlanmalıyız! Düşünmemiz, ibret almamız lazımdır. Onlar (bizden önce yaşamış olup vefat edenler) şimdi böyledir; vefat etmiş, ellerinde dünya namına sahip oldukları neleri varsa kaybetmişlerdir. Şimdi ne bir namaz kılabilir, ne sadaka verebilir, ne zikir yapabilir, ne Kur’an okuyabilir ne de başka bir salih amel yapabilirler. Ömür sermayeleri tükenmiştir artık. Biz de bir gün onlar gibi olacağız. Öleceğiz ve salih amel yapma fırsatımızı kaybedeceğiz. O hale gelmeden önce, kendimizi ahirete iyi hazırlamalı, ibadet ve zikir yapmalı, birbirimizi de Allahu Zülcelal’in ibadeti ve itaati için teşvik etmeliyiz. * Kıyamet günü sana, “Kimin oğlusun?” diye sorulmaz! Kıyamet gününde, Allahu Zülcelal hiç kimseye, dünyada bu padişahtı, ağa idi, seyyid idi diye bakmaz. Allah-u Zülcelal, yalnızca kullarının ameline bakar. Bir defasında, Bedevinin biri oğluna şöyle dedi: “Oğlum! Kıyamet gününde kimse sana, ‘Kimin oğlusun’ diye sormaz. Sana ne amel yaptığını sorarlar.” Kul, kıyamet gününde, ancak yaptıklarının karşılığını alacak, hayır işlemişse hayırla karşılaşacak, şer işlemişse şer ile karşılaşacak. Onun için , Allah-u Zülcelal’in rızasına ulaşabilmek ve mahşerde hüsrana uğramamak için, O’nun emirlerine ve Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin sünnetine sarılarak ahiret için seferber olmamız lazımdır. * Tevbe ve zikirle Allah’a sığınalım Ayet-i kerimede şöyle buyuruluyor; “Ey iman edenler! Samimi bir tevbe ile Allah’a dönün.” (Tahrim; 8) Tevbe, Allahu Zülcelal’in biz insanlara vermiş olduğu en büyük nimetlerdendir. Dehşeti çok büyük olan kıyamet gününe iyi hazırlanabilmenin en büyük vesilesi tevbedir. Ancak tövbe sadece dil ile “Yarabbi ben pişmanım” demek değildir. Allahu Zülcelal’in hesap gününe her an kalben, ruhen hazır olmak ve bütün kusurlarımızı göz önüne getirerek yalvarmak ve gerçekten günahlarımızdan pişman olarak dönmek ve günahlarımızın bağışlanması için af ve mağfiret dilemektir. “Yarabbi ben yanlış yaptım. Şeytan ve nefisle mücadele etmekte aciz kaldım, sana hakkıyla kulluk yapamadım, yapamıyorum ve sana yalvarıyorum; Şeytan ve nefse ancak senin kudretin ve azametin yeter, sana daha fazla ibadet etmek istiyorum, senin yolunda samimi bir şekilde gitmek ve gerçekten bir daha yapmamak üzere tevbe etmek istiyorum, bana kuvvet ver” diye, Allahu Zülcelal’e yalvarmamız lazımdır. Çünkü ancak Allahu Zülcelal’in kudret ve azameti buna yeter. * Çaremiz zikrullahtır Kendime ve sizlere daima şunu tavsiye ediyorum; gaflete daldığımız zaman, kendimizi hemen uyandıralım. Tek çaremiz, Allah-u Zülcelal’i zikretmektir. O’na ibadet etmek, hizmet etmek, bilhassa namazlarımızdan, dünya işlerimizi tamamladıktan sonra kalan boş vakitlerimizde, Allah-u Zülcelal’i zikretmemiz lazımdır. Çünkü zikir, Allah-u Zülcelal’in yanında çok makbul olan bir sevap olduğu gibi bizim kurtuluşumuz için de çok büyük bir fırsattır. Eğer ibadet yapamıyorsak, oruç tutamıyorsak, sadaka veremiyorsak da hiç değilse bu ‘La ilahe illallah’ kalesine sığınalım. Her ne kadar, nefsimize çok ağır gelmekteyse de Allah-u Zülcelal’in zikriyle iman tazelenir, Kelime-i tevhid ne kadar söylenirse, iman o derece kuvvetlenir ve insan manen o kadar güçlenir. Nasıl bir fırtına, kökleri sağlam olmayan ağaçları söküp götürüyorsa; sekerat, yani ölüm anı da işte böyle şiddetli bir fırtınadır. İnsanın imanı kuvetli değilse -Allah muhafaza- bu şiddetli fırtınadan kendini muhafaza edemeyip bu dünyadan imansız gidebilir. Bu ahir zamanda kendimizi hatalardan ve günahlardan muhafaza etmek için Allah-u Zülcelal’in ibadetine, zikrine sarılıp imanımızı kuvvetlendirmemiz lazımdır. Bu şekilde olduğu zaman ne kadar şiddetli fırtınalara maruz kalırsak kalalım, bize bir zarar veremez. * Samimi olarak tevbe edersek… Rabb’imize karşı çok kusurluyuz! Çok günah işlemişiz. Ama hatalarımız dünyaları kaplayacak kadar çok olsa da asla unutmayalım ki, biz yüz sene bu şekilde Allah’a asi olsak, sonunda samimi olarak Allahu Zülcelal’e tevbe eder ve hatalarımızdan dönersek, Allah bizi affedecektir. Bir düşünün hele, Allahu Zülcelâl ne kadar merhamet sahibi, biz ise O’na karşı, ne kadar nankör ve kusurluyuz… * Bir mertlik alameti örneklemesi İnsanın emanete ihanet etmemesi, emanet edilene sahip çıkması yiğitlik ve mertlik alâmetidir. Ancak mert olan adamlar, emanete sahip çıkarlar. Emanete ihanet edenin ise mertlikten nasibi yoktur. Allah’ın emaneti ise herkesin emanetinden daha üstündür. O yüzden Allah-u Zülcelal’in üzerimize emanet ettiği, bütün ibadetleri yerine getirmeye gayret göstermeliyiz. İbadet ve hayırları hem kendimiz yapmalı, hem de başka arkadaşlarımıza yardımcı olmalı ve onları da teşvik etmeliyiz. * Çabucak geçer ömür; bir de bakmışsın ki bitmiş… Şu dünya hayatındaki günlerimizin misali, bir idamlık mahkûmun hapishanedeki sayılı birkaç gününün misali gibidir. Suçu sabitleşmiş ve idam cezası almış; birkaç gün sonra infaz edilecektir. Şimdi düşünün! Bu mahkûmun önüne her gün envai çeşit güzel yemeklerle süslenmiş sofralar konulsa, “İstediğin gibi ye, iç” denilse keyif alır mı? Eğer tamamen aklını kaybetmiş değilse alamaz. Çünkü bilir ki kendisinin son günleridir, az bir zaman sonra ölecektir. Dünyada insan ne kadar güçlü kuvvetli, sıhhatli, akıllı, maharetli olsa da ahiret âleminde bunların bir faydasını görmez. Ancak bunlarla salih ameller yapıp, ahiret nimetini kazandıysa başka. Eğer elindeki nimetlerle bu dünyada şımarıyor ve kulluk vazifelerini ihmal ediyorsa da bilsin ki onların hepsi ahirette elinden alınmış olarak, aç, çıplak ve perişan bir halde haşrolacaktır. Dünya hayatı çok kısa bir zamandır. Onun rahatına bakmamamız lazımdır. Nefsimiz, bu dünya hayatını bize öyle uzun gösteriyor ki, sanki hiç bitmeyecekmiş gibi bizi aldatıyor. Şimdi iki tane insan düşünelim. Biri dünyanın en iyi insanıdır, biri de dünyanın en kötü insanıdır. Ve bu kötü kişi tâ on beş yaşından yüz yaşına kadar her türlü günahı yapmış; diğeri de daima mağaralarda aç, susuz ve fakirlik içinde Allahu Zülcelal’e ibadet etmiş. Şu anda bu ikisini de buraya getirirsek ve onlara; “Sizin ömrünüz böyle geçti. Ondan ne anladınız” diye sorarsak, ikisi de diyeceklerdir ki: “Biz sanki hiçbir şey görmedik, geçti gitti!” Peki, bizim durumumuzda böyle değil midir? Aynen böyledir. Siz ne derseniz deyin. Çünkü ben kendi ömrümü öyle görüyorum. Sizde benim gibi insansınız, siz de öyle görüyorsunuz. Zaman öyle hızlı geçiyor ki, insan sanki onu hiç görmüyor. Allah’ın rızasını nefsimizin isteklerine tercih edelim İnsanın Allahu Zülcelal’in emir ve nehiylerini daima kendi nefsinin heva ve heveslerine tercih etmesi lazımdır. Eğer ki, nefsine mağlup olursa da hemen pişman olup, Allahu Zülcelal’e yalvararak; “Yarabbi! Ben nefsime mağlup oldum, pişmanım” diyerek özür dilemesi ve Allahu Zülcelâl’den yardım istemesi lazımdır. Belki bazı insanlar, hevayı nefse uymanın ne olduğunu bilmeyebilirler. Günahlar hep hevayı nefse uymaktan dolayı meydana geliyor. Hevayı nefs; yabancı kadınlarla dolaşmak, kumar oynamak, bir kişiyle mücadele edildiği zaman, ona karşı kibir ve ucublanmak (gururlanmak),vakti boşa harcamak; yani günaha götüren yollara düşüren her şey ister zahiri olsun ister batını hevai nefstir. İnsan ne zarar görüyorsa nefsinin arzu ve isteklerine uymasından görüyor. Ucub; nefsin kendisini beğenmesi başkasını hor ve hakir görmesi, kibir; başkasından kendisini büyük görmesi, böbürlenmesidir. Öyle basit şeylermiş gibi görmeyin bunları! Şeytan kibri ve ucbundan dolayı Allahu Zülcelal’e karşı geldi. Oda hevayı nefsine uydu. Eğer hevayı nefsine uymasaydı; “Benim Rabbim, bana emrediyor. Neyi istese, neyi emretseydi , benim için farketmez. Bu Rabbimin taatidir, benim itaat etmem lazımdır” diyecekti. İbadetini kendinden değil Allah’tan bilecekti. Allah nasip etmese kim ibadet edebilir, ibadete güç bulabilir soruyorum size. Ama kibir ve ucubla; “Ben bu kadar ibadet yaptım. Oysa Allahu Zülcelal onu topraktan yarattı” dedi ve Allah’ın emrine asi geldi. İşte bu hevayı nefstir. Hevayı nefsin çeşitleri çoktur. Onun için daima Allahu Zülcelal’in rızasını hevayı nefsine tercih etmelidir insan… * Bizim Peygamberimiz vazgeçmemiştir Bizim Peygamberimiz iyiliği emredip kötülükten sakındırmak hususunda, bir an dahi geri kalmamıştır. Ümmeti olarak bizler de O’na benzemeli, ona uymaktan bir an dahi geri kalmamalıyız. Peygamberimiz gibi iyiliği emrederek, kötülükten sakındırma hususunda gayret etmeliyiz. İnsanlara, iyiliği emredip kötülükten sakındırmanın dinimizde çok önemli bir yeri vardır. O yeryüzünden kalktı mı, her tarafı cehalet sarar, sapıklık yaygınlaşır ve insanlar birbirlerine zulüm yaparlar. Şefkat ve merhamet ortadan kalkar, hak ve adalet kalmaz, insanlar helak olurlar. Bu sebeple, Allah-u Zülcelal’in emir ve nehiylerine sarılıp, diğer insanlara da daima nasihatte bulunmamız lazımdır. Bazı mü’min kardeşlerimiz iyiliği emredip kötülükten sakındırmak için çalışıyor, hizmet yapıyor ama olumsuz bir tepkiyle karşılaştığı zaman, hemen bu görevinden vazgeçiyor. Halbuki bu tür küçük sıkıntılar, Hz. Peygamber aleyhissalatu vesselam Efendimizin çektiği eziyetlerin yanında hiçbir şey değildir! Bilhassa gençler, gençliklerini iyi değerlendirmelidir. Peygamberimize yapılan eziyetleri göz önüne alarak, insanlara Allah-u Zülcelal’in emir ve nehiylerini anlatmalıdırlar. Çekmiş oldukları sıkıntılarla da Hz. Peygamber aleyhissalatu vesselama mutabaat etmiş olurlar. * Allah içinsen hep kârdasın, zarar yok! Allah-u Zülcelal’in muhabbeti kişi ile ateş arasında bir perdedir. Bir manidir. Allah’ı sevdiğin zaman, Allah’a dost oluyorsun. Allah dost olanı ise ateş yakmaz inşaallah. Bakın depremler oluyor başka felaketler oluyor, ne olursa olsun; Allah için olduğun zaman, sen her zaman kârdasın. İstersen öl, istersen yaşa, istersen parça parça ol… Ne olursa olsun sen kârlısın. Ama sen dünyada bir altın misali pamuk içinde sarılmış vaziyette de olsan, bütün dünya nimetleri senin önünde olsa, bütün erkekler kölen, bütün kadınlar hizmetçin olsa, Allah için değilsen sen ateşin içindesin. Bunu böyle bilelim. Ateşin içindeyiz! Niçin? Çünkü günah işliyor ve tevbe etmiyoruz. Manevi olarak ateş üstümüzdedir. O günahlarla Allah’ın huzuruna giderse o günahlarla yanacak o kişi. Onun için bizden geldiği kadar Allah-u Zülcelal’e dostluk halini kazanmaya çalışalım. Allah’a dost olalım. Şimdi olamıyor isek yarın için niyet edelim. Yarına olmazsak diğer gün için hazırlık yapalım… Bu ay olmadı öbür ay ama daima Allahu Zülcelal’in rızasına dostluğuna müşteri olalım. Hiç aklımızdan, ruhumuzdan çıkarmayalım salih ameller yaparak daima O’na gidelim. Çünkü İbrahim aleyhisselam , ‘Ben Rabbime gidiyorum, o bana yolunu gösterir.’ (Saffat; 99) diyor. Böyle yürüyerek değildi onunki. Rabbimin aşk ve muhabbetini kazanmak için daima, durmadan O’na doğru gidiyorum. Bizde onların mutaabatını yapmak, onlara uymak suretiyle daima Allah azze ve celleye gidelim! * Daha önemli olan Diyorlar ki ben filan adamı, gittiğimde Hac’ta gördüm. Hâlbuki o Türkiye’de idi. Buna tayy-ı mekân deniliyor. İnsanlar buna şaşırıyor oysa bu büyük bir şey değildir. Şimdi uçakla uzun mesafeler kısa zamanda alınıyor. Asıl tayy-ı mekân, dünyada iken kendini ahirette görebilmektir. Haşri, mahşeri, sıratı, kıyamet gününü görür gibi yaşamak ve sürekli onun tefekkürüyle meşgul olup hazırlık yapmak. Budur önemli olan. Çünkü insan böyle olduğunda ahiretin manzarasına bakarak kendini haşirde, terazi önünde ve sırat köprüsünde görürse menfaatli olur. İnsan bu hale geldiği zaman ameli salih yapacak ve kendisini günahlardan da muhafaza edecektir. Önemli olan budur. Bizden öncekiler; babalarımız, dedelerimiz hepsi gittiler, kimse kalmadı bu dünyada. Bize de sıra geliyor ve biz de gideceğiz. Bu yol hepimizin yoludur. Bu yoldan gideceğiz, kurtuluş yok! O yüzden elimizde fırsat varken Allah-u Zülcelal’in rızasını tercih edelim ve günahlarımızdan tevbe edelim. Allah-u Zülcelâl kendi fazlı ve keremi ile bizlere muamele etsin ve hepimize razı olacağı şekilde salih amel nasip etsin…
Ekleme Tarihi: 20 Kasım 2018 - Salı

Amelde Devam

İster mutlu ol istersen olma;
ama amellerini aksatma!

“Kalbimize bizi ümidsizliğe düşürmeye çalışan şeytani vesveseler geldiği zaman üzerinde durmamamız, önem vermememiz lazımdır. Allahu Zülcelal insanın zerre kadar amelini dahi zayi etmez. Nitekim, Ayet-i Kerime’de: ‘Her kim zerre kadar bir hayır işlerse onu görecek; her kim de zerre kadar bir kötülük işlerse onu görecektir.’ (Zilzal; 7-8) buyurulmuştur.

Peki, biz huzur bulmak için mi Allah-u Zülcelal’e ibadet ediyoruz. Huzur ister olsun, ister olmasın, nefsimizi ikrah ederek, zorlayarak onu zindana koymalı ve Rabbimizi razı edebilmek için salih amel yapmalıyız. Huzurlu olduğumuz zaman ibadet yapıp, huzursuz olduğumuzda ibadeti terketmek, nefsimiz için çalışmaktan başka bir şey değildir. Nefis istese de, istemese de ibadetlerimizi yapmamız, Allah-u Zülcelal ne hal verirse versin, buna razı olmamız lazımdır.”

* İbretle bakmalı, hazırlanmalıyız!

Düşünmemiz, ibret almamız lazımdır. Onlar (bizden önce yaşamış olup vefat edenler) şimdi böyledir; vefat etmiş, ellerinde dünya namına sahip oldukları neleri varsa kaybetmişlerdir. Şimdi ne bir namaz kılabilir, ne sadaka verebilir, ne zikir yapabilir, ne Kur’an okuyabilir ne de başka bir salih amel yapabilirler. Ömür sermayeleri tükenmiştir artık. Biz de bir gün onlar gibi olacağız. Öleceğiz ve salih amel yapma fırsatımızı kaybedeceğiz. O hale gelmeden önce, kendimizi ahirete iyi hazırlamalı, ibadet ve zikir yapmalı, birbirimizi de Allahu Zülcelal’in ibadeti ve itaati için teşvik etmeliyiz.

* Kıyamet günü sana, “Kimin
oğlusun?” diye sorulmaz!

Kıyamet gününde, Allahu Zülcelal hiç kimseye, dünyada bu padişahtı, ağa idi, seyyid idi diye bakmaz. Allah-u Zülcelal, yalnızca kullarının ameline bakar. Bir defasında, Bedevinin biri oğluna şöyle dedi: “Oğlum! Kıyamet gününde kimse sana, ‘Kimin oğlusun’ diye sormaz. Sana ne amel yaptığını sorarlar.”

Kul, kıyamet gününde, ancak yaptıklarının karşılığını alacak, hayır işlemişse hayırla karşılaşacak, şer işlemişse şer ile karşılaşacak.

Onun için , Allah-u Zülcelal’in rızasına ulaşabilmek ve mahşerde hüsrana uğramamak için, O’nun emirlerine ve Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin sünnetine sarılarak ahiret için seferber olmamız lazımdır.

* Tevbe ve zikirle Allah’a sığınalım

Ayet-i kerimede şöyle buyuruluyor; “Ey iman edenler! Samimi bir tevbe ile Allah’a dönün.” (Tahrim; 8)

Tevbe, Allahu Zülcelal’in biz insanlara vermiş olduğu en büyük nimetlerdendir. Dehşeti çok büyük olan kıyamet gününe iyi hazırlanabilmenin en büyük vesilesi tevbedir. Ancak tövbe sadece dil ile “Yarabbi ben pişmanım” demek değildir. Allahu Zülcelal’in hesap gününe her an kalben, ruhen hazır olmak ve bütün kusurlarımızı göz önüne getirerek yalvarmak ve gerçekten günahlarımızdan pişman olarak dönmek ve günahlarımızın bağışlanması için af ve mağfiret dilemektir.

“Yarabbi ben yanlış yaptım. Şeytan ve nefisle mücadele etmekte aciz kaldım, sana hakkıyla kulluk yapamadım, yapamıyorum ve sana yalvarıyorum; Şeytan ve nefse ancak senin kudretin ve azametin yeter, sana daha fazla ibadet etmek istiyorum, senin yolunda samimi bir şekilde gitmek ve gerçekten bir daha yapmamak üzere tevbe etmek istiyorum, bana kuvvet ver” diye, Allahu Zülcelal’e yalvarmamız lazımdır. Çünkü ancak Allahu Zülcelal’in kudret ve azameti buna yeter.

* Çaremiz zikrullahtır

Kendime ve sizlere daima şunu tavsiye ediyorum; gaflete daldığımız zaman, kendimizi hemen uyandıralım. Tek çaremiz, Allah-u Zülcelal’i zikretmektir. O’na ibadet etmek, hizmet etmek, bilhassa namazlarımızdan, dünya işlerimizi tamamladıktan sonra kalan boş vakitlerimizde, Allah-u Zülcelal’i zikretmemiz lazımdır. Çünkü zikir, Allah-u Zülcelal’in yanında çok makbul olan bir sevap olduğu gibi bizim kurtuluşumuz için de çok büyük bir fırsattır.

Eğer ibadet yapamıyorsak, oruç tutamıyorsak, sadaka veremiyorsak da hiç değilse bu ‘La ilahe illallah’ kalesine sığınalım. Her ne kadar, nefsimize çok ağır gelmekteyse de Allah-u Zülcelal’in zikriyle iman tazelenir, Kelime-i tevhid ne kadar söylenirse, iman o derece kuvvetlenir ve insan manen o kadar güçlenir.

Nasıl bir fırtına, kökleri sağlam olmayan ağaçları söküp götürüyorsa; sekerat, yani ölüm anı da işte böyle şiddetli bir fırtınadır. İnsanın imanı kuvetli değilse -Allah muhafaza- bu şiddetli fırtınadan kendini muhafaza edemeyip bu dünyadan imansız gidebilir.

Bu ahir zamanda kendimizi hatalardan ve günahlardan muhafaza etmek için Allah-u Zülcelal’in ibadetine, zikrine sarılıp imanımızı kuvvetlendirmemiz lazımdır. Bu şekilde olduğu zaman ne kadar şiddetli fırtınalara maruz kalırsak kalalım, bize bir zarar veremez.

* Samimi olarak tevbe edersek…

Rabb’imize karşı çok kusurluyuz! Çok günah işlemişiz. Ama hatalarımız dünyaları kaplayacak kadar çok olsa da asla unutmayalım ki, biz yüz sene bu şekilde Allah’a asi olsak, sonunda samimi olarak Allahu Zülcelal’e tevbe eder ve hatalarımızdan dönersek, Allah bizi affedecektir. Bir düşünün hele, Allahu Zülcelâl ne kadar merhamet sahibi, biz ise O’na karşı, ne kadar nankör ve kusurluyuz…

* Bir mertlik alameti örneklemesi

İnsanın emanete ihanet etmemesi, emanet edilene sahip çıkması yiğitlik ve mertlik alâmetidir. Ancak mert olan adamlar, emanete sahip çıkarlar. Emanete ihanet edenin ise mertlikten nasibi yoktur.

Allah’ın emaneti ise herkesin emanetinden daha üstündür. O yüzden Allah-u Zülcelal’in üzerimize emanet ettiği, bütün ibadetleri yerine getirmeye gayret göstermeliyiz. İbadet ve hayırları hem kendimiz yapmalı, hem de başka arkadaşlarımıza yardımcı olmalı ve onları da teşvik etmeliyiz.

* Çabucak geçer ömür;
bir de bakmışsın ki bitmiş…

Şu dünya hayatındaki günlerimizin misali, bir idamlık mahkûmun hapishanedeki sayılı birkaç gününün misali gibidir. Suçu sabitleşmiş ve idam cezası almış; birkaç gün sonra infaz edilecektir. Şimdi düşünün! Bu mahkûmun önüne her gün envai çeşit güzel yemeklerle süslenmiş sofralar konulsa, “İstediğin gibi ye, iç” denilse keyif alır mı? Eğer tamamen aklını kaybetmiş değilse alamaz. Çünkü bilir ki kendisinin son günleridir, az bir zaman sonra ölecektir.

Dünyada insan ne kadar güçlü kuvvetli, sıhhatli, akıllı, maharetli olsa da ahiret âleminde bunların bir faydasını görmez. Ancak bunlarla salih ameller yapıp, ahiret nimetini kazandıysa başka. Eğer elindeki nimetlerle bu dünyada şımarıyor ve kulluk vazifelerini ihmal ediyorsa da bilsin ki onların hepsi ahirette elinden alınmış olarak, aç, çıplak ve perişan bir halde haşrolacaktır.

Dünya hayatı çok kısa bir zamandır. Onun rahatına bakmamamız lazımdır. Nefsimiz, bu dünya hayatını bize öyle uzun gösteriyor ki, sanki hiç bitmeyecekmiş gibi bizi aldatıyor. Şimdi iki tane insan düşünelim. Biri dünyanın en iyi insanıdır, biri de dünyanın en kötü insanıdır. Ve bu kötü kişi tâ on beş yaşından yüz yaşına kadar her türlü günahı yapmış; diğeri de daima mağaralarda aç, susuz ve fakirlik içinde Allahu Zülcelal’e ibadet etmiş. Şu anda bu ikisini de buraya getirirsek ve onlara; “Sizin ömrünüz böyle geçti. Ondan ne anladınız” diye sorarsak, ikisi de diyeceklerdir ki: “Biz sanki hiçbir şey görmedik, geçti gitti!”

Peki, bizim durumumuzda böyle değil midir? Aynen böyledir. Siz ne derseniz deyin. Çünkü ben kendi ömrümü öyle görüyorum. Sizde benim gibi insansınız, siz de öyle görüyorsunuz. Zaman öyle hızlı geçiyor ki, insan sanki onu hiç görmüyor.

Allah’ın rızasını nefsimizin
isteklerine tercih edelim

İnsanın Allahu Zülcelal’in emir ve nehiylerini daima kendi nefsinin heva ve heveslerine tercih etmesi lazımdır. Eğer ki, nefsine mağlup olursa da hemen pişman olup, Allahu Zülcelal’e yalvararak; “Yarabbi! Ben nefsime mağlup oldum, pişmanım” diyerek özür dilemesi ve Allahu Zülcelâl’den yardım istemesi lazımdır. Belki bazı insanlar, hevayı nefse uymanın ne olduğunu bilmeyebilirler. Günahlar hep hevayı nefse uymaktan dolayı meydana geliyor. Hevayı nefs; yabancı kadınlarla dolaşmak, kumar oynamak, bir kişiyle mücadele edildiği zaman, ona karşı kibir ve ucublanmak (gururlanmak),vakti boşa harcamak; yani günaha götüren yollara düşüren her şey ister zahiri olsun ister batını hevai nefstir. İnsan ne zarar görüyorsa nefsinin arzu ve isteklerine uymasından görüyor. Ucub; nefsin kendisini beğenmesi başkasını hor ve hakir görmesi, kibir; başkasından kendisini büyük görmesi, böbürlenmesidir. Öyle basit şeylermiş gibi görmeyin bunları!

Şeytan kibri ve ucbundan dolayı Allahu Zülcelal’e karşı geldi. Oda hevayı nefsine uydu. Eğer hevayı nefsine uymasaydı; “Benim Rabbim, bana emrediyor. Neyi istese, neyi emretseydi , benim için farketmez. Bu Rabbimin taatidir, benim itaat etmem lazımdır” diyecekti. İbadetini kendinden değil Allah’tan bilecekti. Allah nasip etmese kim ibadet edebilir, ibadete güç bulabilir soruyorum size. Ama kibir ve ucubla; “Ben bu kadar ibadet yaptım. Oysa Allahu Zülcelal onu topraktan yarattı” dedi ve Allah’ın emrine asi geldi. İşte bu hevayı nefstir. Hevayı nefsin çeşitleri çoktur. Onun için daima Allahu Zülcelal’in rızasını hevayı nefsine tercih etmelidir insan…

* Bizim Peygamberimiz vazgeçmemiştir

Bizim Peygamberimiz iyiliği emredip kötülükten sakındırmak hususunda, bir an dahi geri kalmamıştır. Ümmeti olarak bizler de O’na benzemeli, ona uymaktan bir an dahi geri kalmamalıyız. Peygamberimiz gibi iyiliği emrederek, kötülükten sakındırma hususunda gayret etmeliyiz.

İnsanlara, iyiliği emredip kötülükten sakındırmanın dinimizde çok önemli bir yeri vardır. O yeryüzünden kalktı mı, her tarafı cehalet sarar, sapıklık yaygınlaşır ve insanlar birbirlerine zulüm yaparlar. Şefkat ve merhamet ortadan kalkar, hak ve adalet kalmaz, insanlar helak olurlar. Bu sebeple, Allah-u Zülcelal’in emir ve nehiylerine sarılıp, diğer insanlara da daima nasihatte bulunmamız lazımdır.

Bazı mü’min kardeşlerimiz iyiliği emredip kötülükten sakındırmak için çalışıyor, hizmet yapıyor ama olumsuz bir tepkiyle karşılaştığı zaman, hemen bu görevinden vazgeçiyor. Halbuki bu tür küçük sıkıntılar, Hz. Peygamber aleyhissalatu vesselam Efendimizin çektiği eziyetlerin yanında hiçbir şey değildir!

Bilhassa gençler, gençliklerini iyi değerlendirmelidir. Peygamberimize yapılan eziyetleri göz önüne alarak, insanlara Allah-u Zülcelal’in emir ve nehiylerini anlatmalıdırlar. Çekmiş oldukları sıkıntılarla da Hz. Peygamber aleyhissalatu vesselama mutabaat etmiş olurlar.

* Allah içinsen hep kârdasın, zarar yok!

Allah-u Zülcelal’in muhabbeti kişi ile ateş arasında bir perdedir. Bir manidir. Allah’ı sevdiğin zaman, Allah’a dost oluyorsun. Allah dost olanı ise ateş yakmaz inşaallah. Bakın depremler oluyor başka felaketler oluyor, ne olursa olsun; Allah için olduğun zaman, sen her zaman kârdasın. İstersen öl, istersen yaşa, istersen parça parça ol… Ne olursa olsun sen kârlısın. Ama sen dünyada bir altın misali pamuk içinde sarılmış vaziyette de olsan, bütün dünya nimetleri senin önünde olsa, bütün erkekler kölen, bütün kadınlar hizmetçin olsa, Allah için değilsen sen ateşin içindesin. Bunu böyle bilelim.

Ateşin içindeyiz! Niçin? Çünkü günah işliyor ve tevbe etmiyoruz. Manevi olarak ateş üstümüzdedir. O günahlarla Allah’ın huzuruna giderse o günahlarla yanacak o kişi. Onun için bizden geldiği kadar Allah-u Zülcelal’e dostluk halini kazanmaya çalışalım. Allah’a dost olalım. Şimdi olamıyor isek yarın için niyet edelim. Yarına olmazsak diğer gün için hazırlık yapalım… Bu ay olmadı öbür ay ama daima Allahu Zülcelal’in rızasına dostluğuna müşteri olalım. Hiç aklımızdan, ruhumuzdan çıkarmayalım salih ameller yaparak daima O’na gidelim. Çünkü İbrahim aleyhisselam , ‘Ben Rabbime gidiyorum, o bana yolunu gösterir.’ (Saffat; 99) diyor. Böyle yürüyerek değildi onunki. Rabbimin aşk ve muhabbetini kazanmak için daima, durmadan O’na doğru gidiyorum. Bizde onların mutaabatını yapmak, onlara uymak suretiyle daima Allah azze ve celleye gidelim!

* Daha önemli olan

Diyorlar ki ben filan adamı, gittiğimde Hac’ta gördüm. Hâlbuki o Türkiye’de idi. Buna tayy-ı mekân deniliyor. İnsanlar buna şaşırıyor oysa bu büyük bir şey değildir. Şimdi uçakla uzun mesafeler kısa zamanda alınıyor. Asıl tayy-ı mekân, dünyada iken kendini ahirette görebilmektir. Haşri, mahşeri, sıratı, kıyamet gününü görür gibi yaşamak ve sürekli onun tefekkürüyle meşgul olup hazırlık yapmak. Budur önemli olan. Çünkü insan böyle olduğunda ahiretin manzarasına bakarak kendini haşirde, terazi önünde ve sırat köprüsünde görürse menfaatli olur. İnsan bu hale geldiği zaman ameli salih yapacak ve kendisini günahlardan da muhafaza edecektir. Önemli olan budur.

Bizden öncekiler; babalarımız, dedelerimiz hepsi gittiler, kimse kalmadı bu dünyada. Bize de sıra geliyor ve biz de gideceğiz. Bu yol hepimizin yoludur. Bu yoldan gideceğiz, kurtuluş yok! O yüzden elimizde fırsat varken Allah-u Zülcelal’in rızasını tercih edelim ve günahlarımızdan tevbe edelim.

Allah-u Zülcelâl kendi fazlı ve keremi ile bizlere muamele etsin ve hepimize razı olacağı şekilde salih amel nasip etsin…

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve erzurumsonhaber.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.