Fırat AKSOY
Köşe Yazarı
Fırat AKSOY
 

Masonculuk

Bu hafta bi önceki yazımızı desteklesin diye mason tehlikesini anlatıcaz. Hiram Efsanesi   Masonluğun tarihi Süleyman tapınağında ustabaşı olan Hiram Abif efsanesine dayanır. MS 1. Yüzyıl Musevi tarihçilerinden Flavius Josephus, Kral Süleyman‟ın tapınağının yapılması ile ilgili söyledikleri şöyleki; “Solomon Tire‟den adı Hiram olan bir sanatkâr getirir. Anne tarafından Naphtali kabilesinden, baba tarafından ise İsrailoğulları‟nın soyundan Ur‟un oğludur. Bu kişi bütün işlerde kabiliyetlidir, ama esas yeteneği altın, gümüş ve bronz işçiliğindedir ve tapınağın bütün mekanik işleri Solomon‟un direktifleri doğrultusunda onun tarafından yapılır. Bunun yanında Hiram iki sütun inşa eder, dışı dört parmak kalınlığından bronzdan, yüksekliği ise 18 kubit (elin dirsekle parmak ucu arasına denk gelen eski bir uzunluk ölçüsü), çevresi 12 kubit dökme sütunları, üzerlerinde 5 kubit boyutunda leylak benzeri süslemelerin olduğu, etrafını ağ şeklinde iç içe geçmiş bronzdan yapılma hurmalar süsler. Buna iki sıra şeklinde asılı duran iki yüz nar bağlıdır. Sütunların birini girişe sağa yerleştirir ve adına Jachin der, sola yerleştirdiği sütuna ise Boaz.”   Başka bir kaynakta efsane hakkında şöyle denir;   “Kudüs‟te Tanrı‟nın Ebedi Tapınağı yedi yıl ve altı ay gibi kısa bir sürede Barış ve Mimarlık Prensi Süleyman tarafından, Tanrısal Yönlendirme vasıtasıyla, işçilerin alet sesleri olmadan başlamış be bitirilmiştir; 3600 Prens (Horodim) ya da Üstad- Mason ve 3600 taş kesici veya Kalfa ve 70.000 işçi vardı. Süleyman, çok sayıda Mason ustasını ve dülgerini Kudüs‟e yollayan Sur Kralı Hiram, ya da Huram‟a çok minnettardı.Ama asıl önemlisi, dünyadaki en hünerli Mason olan yoldaşı Hiram veya Huram Abif‟i gönderdi. Bilge Kral Süleyman, Kudüs Locasının Büyük Üstadıydı ve aydın Kral Hiram, Sur Locasının Büyük Üstadıydı ve ilham içindeki Hiram Abif işin Üstadıydı”   Mason tarihçiler, Süleyman Tapınağı‟nın tunç işleri tamamlandıktan sonra, Hiram‟ın üç yardımcısı (Jubela, Jubelo ve Jubelum) tarafından öldürüldüğünü kabul eder. Bu efsane Masonların üstad derecesine yükselme törenlerinde, yeniden canlandırılır ve topluca bir kez daha yaşanır. Üstadlığa yükselecek olan kalfa, cinayet kurbanı Hiram‟ın rolünü üstlenir. Mason Anayasasını kaleme alan James Anderson, yasada Masonluğun tarihine önemli bir yer ayırır. Anderson‟a göre; Masonluğun tarihi, ilk insan Âdem‟le başlar: “Bağımsız İlimler, özellikle Geometri, Evrenin Ulu Mimarı Olan Tanrı‟nın suretinden yaratılan ilk atamız Âdem‟in kalbinde yazılı olmalıydı; çünkü o Cennet‟ten kovulduğundan beri, bunun ilkelerini onun evlatlarının kalplerinde bulunur ve bunlar zamanla, uygun bir önermeler yöntemi haline getirilmiştir. Bu soylu ilim (…) tüm o Sanatların, özellikle Masonluk ve Mimarlığın temelidir (…) Kuşkusuz Âdem, oğullarına geometriyi öğretmişti(…) Çünkü Kabil‟ in bir kent inşa ettiğini görüyoruz.” Anderson yasasında; Hiram Abif‟in öldürülmesinin ardından olanlar şöyle anlatılır: “Masonlardan birçoğu, O (Süleyman) ölmeden önce, yurt dışına çok uzaklara yolculuk etmeye başladı ve beraberlerinde Kardeşliğin Sırları‟nı götürdü. Eski Yasalar, Vinus isimli birinin, Bilim ve Sanatının ince bilgisini Almanya ve Galya‟ya getirdiğini beyan eder. [s.16] Onlar birçok yerde özel ayrıcalıklar elde ettiler ve liberal sanatlarını yalnızca Hür doğmuşlara öğrettikleri için onlara Hür Mason denildi. Onlar, Heybetli Sütunlar inşa ettikleri yerlerde büyüklerin ve zenginlerin teşvikiyle Localar oluşturdular. Bu zenginler, çok geçmeden Locanın üyeleri ve Zanaatın Kardeşleri olarak Kabul edilmeyi talep ettiler- ta ki bu Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar, Üstad ve Nazır olana dek. Bundan başka Krallar ve Hükümdarlar, Süleyman‟ın izinden giderek, her biri kendi idaresinde Büyük Üstad oldu. Süleyman‟ın Mason olarak hatırasına layıkıyla hürmet gösterilmiştir ve Mimari, Genel Yangın tarafından yok edilene kadar da gösterilecekti. Mason deyimine yazılı olarak ilk defa 1292 senesinde Westminster Sarayı‟ndaki bir inşaatın belgelerinde rastlanır. Hür Mason tanımıysa, 1375 senesinde Londra inşaat birliklerinin bir toplantısına dair bir belgede görülür. Aynı tabire 1396 senesinde Exeter Katedrali‟nin inşaatında çalışanlara ait bir listede rastlanır. Bu tür meslek örgütlerinin geçmişi Eski Yunan ve Roma‟ya kadar gitmektedir. Ortaçağ Avrupası‟nda Hıristiyanlık yayılıp devletlerin resmi dini oldu. Bunun sonucunda, kilise ve katedraller inşa edilmeye ve Masonik iş örgütlenmesi ve bazı simgeler de kullanılmaya başlandı. Bu yapılanmaya, 895-990 yılları arası İngiltere‟nin York kentinde bir kilise inşaatında rastlanır. Tanrı‟ya bağlılık, mesleğe bağlılık gibi ilkeleri taşıyan York Yasası, Operatif Masonluğun ortaya çıkardığı bir yasadır.   Tapınak Şövalyeleri     Kaynakların çoğuna göre, en az dört yüzyıl öncesinde de var olduklarına ilişkin önemli deliller olmasına rağmen, Tapınak Şövalyeleri hakkındaki ilk belgeler 1118 yılına dayanmaktadır. Tapınakçıların görevi, Kutsal Topraklara giden hacıları korumaktır. Ancak bu işin görünür yüzüdür, Tapınakçıların gerçekte daha büyük siyasi-ekonomik amaçları vardır. 1128‟e kadar gerçek kayıtlar daha fazla yeni üyenin olduğunu göstermesine rağmen, Tapınakçıların sadece dokuz Şövalyeden oluştuğu söylenir. İngiltere Kralı II. Edward‟ın büyük babası da üyeler arasındadır . Tapınakçılar yeni bir durumu temsil ediyorlardı: “ Hıristiyan tarihinde ilk kez askerler, keşişler gibi yaşayacaktı.”(Seward, The Monks of War, s.37) 1128‟den itibaren, sadece yeni üyelerin katılımıyla değil, aynı zamanda yüklü para ve mülk bağışıyla, örgüt olağanüstü bir hızla büyüdü. 12. yüzyılın ortalarına gelindiğinde, Papalık hariç, Tapınakçılar neredeyse Hıristiyan âleminin en güçlü ve en zengin kurumunu oluşturmuşlardı. Tapınak Şövalyeleri hacıları deniz yoluyla Filistin‟in liman şehirlerine götürmekte, buradan da Kudüs‟e ve diğer iç şehirlere kadar onlara refakat etmesi gerekmekteydi. Tapınakçılar, belirli bir ücret karşılığında İsmailileri Hıristiyan hacılara refakat etmekle görevlendirdi. Böylece doğu ve batı şövalyeleri arasında bir işbirliği meydana gelmiş, bundan da adet ve inanışlarda karşılıklı etkilenmeler doğmuştu. Tapınakçıların esrarlı sayısı 7‟nin İsmaililer için de büyük önemi vardı. (İmamlar 7, davet ve vaaz eden peygamberler 7, sakit peygamberler 7...Örgütün mal varlığın kesin bir listesini çıkarmak bugün için imkânsız olmasına rağmen, en kötü tahminler bile, otuz tam teşekküllü yerleşim bölgesi ve yüzlerce irili ufaklı köyler, kasabalar, kiliseler, çiftlikler, gayrimenkulleri içeren en az yetmiş belli başlı mülkün olduğunu gösterir. Şövalyeler, Yahudi ve İslam kültürüyle olan sıkı münasebetleri dolayısıyla yeni buluşlar ve yeni fikirlere de öncülük etmişlerdir. O dönemin en iyi teknolojisi; tapınak deri işçileri, taş ustaları, askeri mimarlar ve mühendisler tarafından yapılmaktaydı. Tapınak şövalyeleri aynı zamanda etüt, harita yapımı, yol yapımı ve denizciliğe büyük katkıda bulunmuşlardır. Kendilerine ait hastanelerde fizikçi ve cerrahlar vasıtasıyla antibiyotik ve diğer ilaçlarla hasta tedavi etme imkânları vardı. Temizlik ve sağlık bilgileriyle ilgili günümüzün modern kuralları tam anlamıyla uygulanmaktaydı. O zamanlar herkes tarafından „şeytan illeti‟ olarak bilinen sara nöbetinin kontrol edilebileceğini, tedavisinin mümkün olduğunu göstermişlerdir. Bütün bunlara rağmen Tapınakçılar bölgede gerilemeye başladı. Müslümanlar hızla kaybettikleri mevzileri geri alabilmek için Haçlılar‟a gördükleri her yerde saldırmaya devam ediyorlardı. Selahattin Eyyubi, 1187 yılında Hittin Savaşından zaferle çıkacak, içlerinde Kudüs kralının da bulunduğu binlerce Haçlı, esir alınacaktı. 1291 yılında ise Tapınak Şövalyeleri‟nin sonunu hazırlayacak olan saldırı Memluklar tarafından gerçekleştirilmiş ve Akka Kalesi Müslümanlar tarafından alınmıştı. Batıya dönmek zorunda kalan Templiyeler eski prestijlerini kaybetmişlerdi . “Kudüs‟ü Müslümanlara kaptırmakla” suçlanıyorlardı. Bu durumdan yaralanmak isteyen Tapınakçıların varlığından rahatsız kesimler harekete geçtiler. Bir dizi söylenti önce yaygınlaştırıldı sonra da eylem planına döküldü. 1306 yılından itibaren, Tapınakçılar, Yakışıklı Philippe olarak bilinen Fransa kralı IV. Philippe, Papalığı kendi denetimine alarak, Tapınakçılara karşı harekete geçti. Phillipe‟nin pek çok nedeni vardı; daha önce I. Richard‟a verilen bir çeşit „fahri tapınakçı‟ statüsünü alabilmek için örgüte başvurmuş ama onur kırıcı bir şekilde reddedilmişti. Ardından Philippe, 1306 yılının Haziran ayında, bir ayaklanma sonucu Tapınakçıların Paris Mabedine sığınmak zorunda kalmıştı Paraya ihtiyacı olan kral, burada örgütün zenginliğine ve kaynaklarına tanık olmuştu. Phillipe‟in gözünde zenginlikleri ve güçleriyle Tapınakçılar, krallığın düzenine karşı gerçek bir tehdit oluşturuyordu .   Philippe, bir suçlama listesi düzenlendi ve 13 Ekim 1307 Cuma günü şafak vakti, Fransa‟daki tüm Tapınakçılar kralın adamları tarafından yakalanıp tutuklandı. Ancak şaşırtıcı biçimde, örgütün efsanevi hazinesinin ortadan yok olmuştu. Hiçbir zaman bulunamayan ve Tapınakçıların muhteşem hazinesi olarak anılan bu zenginlik bir giz olarak kaldı. Engizisyon tarafından gözaltına alınan bir şövalye, tutuklamalardan kısa bir süre önce, hazinenin Paris Tapınağı‟ndan gizlice kaçırıldığını söylemiştir. Fransa‟da, yakalanan Tapınakçılar yargılandı ve işkencelere maruz kaldı. Giderek şiddetlenen suçlamalar sonucunda, Tapınakçılar bazı itiraflarda bulunmak zorunda bırakıldı. Suçlamalara göre; Tapınakçılar „Baphomet‟ diye adlandırılan şeytani bir güce tapıyorlardı. Haklarındaki diğer suçlamalar şunlardı : Hırsızlık yapıp gayrı meşru yoldan zengin olmak, çocukları öldürmek, kadınlara kürtaj yapmayı öğretmek, eşcinsel olmak, İsa‟yı reddetmek, haçı kabul etmeyip, çiğneyip üzerine tükürmek . Tapınakçıların Örgütü 22 Mart 1312‟de, kesin bir suçluluk ya da aklanma kararı olmaksızın, Papalığın kararı ile resmi olarak dağıldı. 1314 yılının Mart ayında, Büyük Üstad Jacgues de Molay ve Normandiya Tapınağı‟nın Üstadı Geoffroi de Charnay yakılarak öldürüldü. Fransa Kral‟ı diğer ülkelerin hükümdarlarından Templiyeler‟in yakalanmasını istemişti. İtalya, İngiltere, Almanya, İspanya, Portekiz bunlar arasındaydı. İngiltere Kralı tutuklamada geç davrandı ve şövalyelerin bir kısmı İskoçya‟ya kaçtı. Ayrıca İngilizler tutuklananlara oldukça yumuşak davrandılar. Almanya‟da da yargılandılar, ama beraat ettiler. İspanya ve Portekiz‟de ise isim değiştirerek çalışmalarına izin verildi. Tapınakçıların Avrupa‟da kaçıp sığınabilecekleri bir yer vardı. Bu yer, Tapınakçıların zaten karşılıklı iyi ilişkiler içinde olduğu, halk tarafından seçilmiş kralların aforoz edildiği; dahası, iyi eğitimli savaşçılar arayan İskoçya idi.   Masonik tarihçiler tapınakçıların akıbeti hakkında şöyleyazmaktadır...   Bize söylendiğine göre (…) Örgütü terk etmeye zorlanan Tapınakçılar, Robert Bruce‟un bayrağı altında yer alarak, Bannockburn‟de onun saflarında savaştılar. Efsaneye göre, Bannockburn‟de savaşın sonucunu belirleyen başarılarından dolayı, Bruce, Tapınakçıları yeni bir oluşumda şekillendirdi. Örgütün dağılmasını takip eden çeyrek yüzyıl boyunca, yeni Tapınakçı tarikatları hızla ortaya çıkmaya başladı ve sonraki yüzyıllarda devam etti. Böylece, eski askeri-dini örgütün küllerinden, canlanan geleneğin de yardımıyla bugün Masonluk olarak bildiğimiz kurum doğmuş oldu. Tapınakçılar, 1314’deki büyük bozgundan sonra dağılmadılar ancak varlıklarını sürdürebilmek için bir örgütlenme tarzına ihtiyaçları vardı. “Born in Blood” kitabının yazarı Robinson’a göre İngiliz Tapınakçıları bu amaçla Masonluktan yararlandılar. Çünkü Tapınakçıların yer altına indikleri 1300’lü yıllarda, duvarcı loncaları o dönem toplumunun içinde var olan tek “dernek” türüydü ve diğer meslek kollarına göre daha içine kapalı bir yapıya sahipti. Birer lonca olan bu dernekleri locaya dönüştürüp Masonluğu yaratanlar, Robinson’un iddiasına göre Tapınakçılardır . Kaçak Tapınakçının, Masonluğun sahip olduğu ‘hiçbir birader bir başka birader hakkındaki bir sırrı açığa vurmayacaktır’ prensibine ihtiyacı vardı. Kaçak Tapınakçı için bu kural hayati önem taşıyan bir şarttı, lonca üyesi duvarcı içinse böyle bir korunmanın hiçbir anlamı olamazdı. Duvarcı ustasının, ortaya çıkmasıyla hayatını tehlikeye sokacak ne gibi bir sırrı olabilirdi ki? Yoksa kaçak Tapınakçılar duvarcı loncalarının içine karışıp, sonra da kendileri için gerekli olan bu kuralları, loncaların ritüelleri arasına mı enjekte ettiler? Bu Tapınakçıların duvarcı derneklerinde yalnızca bir sığınak bulduklarını değil, aynı zamanda bir şekilde onları ele geçirdikleri anlamına gelir.   Spekülatif Masonluk     Spekülatif Masonluk meslek dışından olanların da Mason localarına kabul edilmesiyle başlar. Bu Masonlara ” Kabul Edilmiş Masonlar ” adı verilir. Kabul edilmiş Masonlar; her zaman toplumun seçkin, gücü ve iktidarı elinde tutan kişilerinden seçilmiştir. Spekülatif Masonluk , kabul edilmişlerin artmasıyla ” Kabul Edilmiş Düzenli Dünya Masonluğu ” olarak yaygınlaşmış , Operatif Masonluk zamanla yok olmuştur . 1275’te Strasburg Katedrali baş mimarı Erwin de Steinbach‟ın başkanlığındaki duvarcı ustaları da bir büyük loca kurarak loca ve atölyeler halinde örgütlenmeye başlarlar. 1350‟de Londra’da , York ve Westminster locaları İngiltere Kralı’ndan spekülatif karakterli localar olarak çalışabilme izni alırlar. XV. yüzyıl başlarında Kilwinning Büyük Locası üstad-ı âzamını soylu ve ruhbanlar arasında kendi seçebilmekte, ancak kralın onayı gerekmektedir. Strasburg ve Ratisbonnelu biraderler eski yöntemleri gözden geçirerek 1459‟da Strasburg Yasaları‟nı yayınlarlar. 1600‟lere doğru Masonlukta Spekülatif/Operatif anlayışlar arasındaki ayrım giderek keskinleşmektedir. RoseCroix‟lar, simyacılar, Kabbalistler ve Hermetikler kabul edilmiş Masonluğun ilk üyeleri arasındadır. 1640‟ta İngiltere‟de meydana gelen devrimden sonra İngiliz Masonluğu Protestanlaşırken, Fransa Masonluğu Katolik ruha ve Tapınakçı geleneğine bağlı kalmaya devam eder. 1717‟de Londra‟daki dört loca kendilerini büyük loca ilan ederler; bir “nizam”lık nosyonu geliştirerek kimin nizami, kimin gayri-nizami olduğunu ayırt etmeye koyulurlar. Bu girişimin başındaki rahipler Dessaguillers ve Anderson‟un ilk işleri Mason arşivlerinden Katolisizme eski bağıntıyı hatırlatacak tüm belgeleri temizlemek olur. Ancak bu olay kimi gelenekçi İngiliz localarının “Eskiler Büyük Locası‟nı kurarak “modernler” e uzun süre karşı koymaları sonucunu doğuracaktır. 1723‟te Londra Büyük Locası Operatif Masonluğun eski tüzük ve yasalarının yeniden gözden geçirilmesinden oluşan Anderson Yasası‟nı kabul eder. Yasa, kısa sürede Evrensel Masonluğun temel yasası haline gelir.   Anderson Yasası Masonluk tarihinin dönemeçlerinden biridir. Anderson Yasası‟nın ortaya koyduğu ulusal kavram ve anlayışlar değişimi yakalamanın yanında özü korumayı amaçlamıştır. 18. yy.da Masonluğun Avrupa’nın hemen tamamına hatta Rusya‟ya kadar yayıldığı görülür. 20. yy.a gelindiğinde neredeyse bütün dünyada Mason locaları mevcuttur. Osmanlı İmparatorluğu ise, Masonluğun Avrupa‟ya yayılmaya başladığı dönemde Masonlukla tanışmıştır. Osmanlılar, Masonluğun yapılanması ve sembolizminin Sufi tarikatlarınkine benzemesinden dolayı yabancı bir yapılanmayla karşılaşmadılar. Bu benzerlik Masonluğun Osmanlı İmparatorluğu’nda yerleşmesine kolaylık sağladı ve Selanik gibi şehirlerde localar kuruldu. Ancak başlangıçta localara devam eden Müslümanlar yoktu. İngiliz, İskoç, Fransız, Alman ve İtalyan ritüellerine uyan locaların hepsinin imparatorlukta şubeleri olsa da, uzun vadede en etkin olanlar Fransız Maşrık-ı Azamlığı ile İtalyan Maşrık-ı Azamlığı locaları olmuştu. 1860‟larda localara Müslümanlar da kabul edilmiş ve Namık Kemal, V. Murat, Talat ve Enver Paşalar, Rıza Tevfik, Ahmet Mithat gibi birçok Müslüman elit bu localarda „tekris‟ edilmişti. Yeni Osmanlılar ve Jön Türkler bu localara rağbet etmişlerdir. Müslümanların localara girmesiyle Masonik ritüel ve prensipler Türkçeye çevrilmiştir. Çeviri sırasında Sufi ve loncalara ait terminolojiden faydalanıldığından, Osmanlı–Türk Masonluğunun dil ve sembolleri tasavvuf deyimleriyle zenginleşmişti. Türkler tarafından ilk Büyük Loca 1908‟de kurulmuş ve ilk Üstad-ı Azam Talat Paşa olmuştur.   Masonik Örgütler   Spekülatif Masonlukla birlikte Avrupa‟da çeşitli Masonik örgütler kurulmuştur. Bu örgütlerin başlıcaları; Columbus Şövalyeleri, Druidler, Freethinkers (Özgür Düşünenler), Goodtempler Tarikatı, B‟nai Brith‟tir. Bunlardan başka Masonluk ile bağlantılı olduğu sürülen örgütler ise; Gül-Haç, İllüminati, Kurukafa ve Kemikler ve Siyon Örgütü‟dür.   Gül – Haç Örgütü     Gül ve Haç adı, ” Rose et Croix ” terimlerinin birleşmesinden oluşmuştur. Rosakrusianizm, romantizm, aydınlanma, Hıristiyan dindarlığı ve Rönesans okültizminin birleşiminden doğan, büyü, bilim ve dine ait çeşitli fikirlerden meydana gelmiştir. Rosakrusianizm’in gerçek kaynağı halen bir tartışma konusudur. Buna karşın yine de köklerinin antik Mısır‟a uzandığı söylenmektedir. Avrupa’daki referansları ise 1115 yılında başlar ve Amerika’da ise ilk defa 1694 yılında görülmüştür. Tapınakçı geleneğin devamı olan Masonluk ve Gül-Haç örgütleri arasında çok yakın bir ilişki vardır. Bunun göstergelerinden biri , İskoç ritinin 18. derecesinin “Gül-Haç şövalyesi” olmasıdır. Gül-Haçlarla Masonlar arasındaki bağlantı, 1804 yılında J. G. Buhle tarafından yazılan Historico-Critical Inquiry into the Origin of the Rosicrucians and the Free-Masons (Gül-Haçlar’ın ve Masonların Kökeni Hakkında Tarihsel Kritik) adlı kitapta , şöyle anlatılır : ” Masonluk , 1633’ten 1646’ya dek süren Gül-Haç çılgınlığı sırasında Gül-Haçlarla aynı kaynağa bağlı olarak ortaya çıkmaya başladı . Her iki kulübün de amacı, Kabalist anlamda büyü ile ilgilenmek ve buna bağlı olan ‘hikmet’i aramaktı. Ve her iki kulüp de gizlilik prensibi içinde çalışıyordu.” İngiliz Masonluğunun 19. yüzyıldaki ünlü isimlerinden Gül-Haç üyesi Frederick Hockley’in The Rosicrucian Seer (Gül-Haç Peygamberi) adlı kitabında, İngiltere’deki özel bir Mason locasına üye olmak isteyen biriyle, Hockley arasındaki bir diyalog aktarılmaktadır. Hockley, birader adayına, bu özel locaya kaydolmadan önce, Gül-Haç derneğinin eğitiminden geçmesinin şart olduğunu söylemekte ve bu dernekle ilgili de bazı ilginç bilgiler vermektedir:   Sizin, Büyük Üstadları Kudüs’te bulunan o gizli derneğe üye olmadan önce, bu Mason locasına üye olmanıza kesinlikle karşıyım!… – Neden? – Çünkü (yeterince hazır olmadan) size büyük zarar da verebilecek olan bir locaya katılmanız yanlış olur. – Peki, o sözünü ettiğiniz gizli örgüt hangisidir? – Gül-Haç’ın takipçileri… – Neredeler peki bunlar? – Örgütün merkezi Fransa’dadır. Ve oraya gitmeden ve biraderlerden biriyle tanışmadan, onlara ulaşmanız mümkün değildir. Unutmayın, Fransız İmparatoru Napolyon da o derneğin üyesiydi. – Amaçları nedir? Ne yaparlar? – Okültizmle ilgilenirler ve görünmez güçlere ulaşmaya çalışırlar. Büyükler (üstadlar) kimi zaman Kudüs’e giderler. – Nerede buluşuyorlar? – Görünmez bir yerden aldıkları emirlere göre hareket ederler ve buna göre birleşirler. Maddi yönden de çok güçlüdürler. Jean Jacques Rousseau, derneğin üyelerinden ve başta gelen destekçilerindendi…   Gül-Haç örgütünün temel uğraşı alanı bilimseldir. Üyeleri geniş çapta simya ile uğraşmışlardır. Tarikat üyelerinin en önemli özelliği, her oluşumda bir evrim süreci olduğunu benimsemiş olmaları, bu nedenle de felsefelerinin temelinde natüralizme yer vermiş bulunmalarıdır. Bu nedenle de Gül-Haç üyeleri natüralistler adıyla anılmıştır. İllüminati 1776 yılında Almanya‟nın Bavyera kentinde Adam Weishaupt tarafından kurulmuş bir örgüttür. Weishaup‟un dayanakları, satanizm, Yahudi mistisizmi (kabala) ve İslam sufizmidir. Sözcük anlamı “aydınlanma” olan İllüminati örgütü kısa sürede ABD ve Avrupa‟ya yayılmıştır. Örgütün en önemli ilkeleri şunlardır:   – Monarşiye ve temelini dinden alan bir toplum yönetimine karşı çıkmak, – İnsanlığa yarar sağlayacak çalışmalar yapmak, – Yoksul ve güçsüzleri zengin ve güçlülerle eşit tutmak, – Örgütün kurallarına kesinlikle uymak ve üstlerine bağlı olmak, – Örgütün çalışmalarını sonsuza kadar sır olarak saklamak.   The Encyclopedia of Occult’de yer alan bilgiye göre, Almanya içinde gittikçe güçlenen İllüminati hareketi, bütün Masonik ritüelleri uygulamakla beraber, önceleri geleneksel Mason localarından ayrı bir yapıdaydı. 1780’de Alman Mason localarının üstadlarından olan Adolf Franz Friedrich Baron Von Knigge’nin İllüminati’ye katılımıyla, örgütün gücü iyice arttı. Weishaupt ve Knigge, Almanya’da, “sosyalist” denilebilecek bir devrim yapma hazırlığındayken hükümetin durumdan haberdar olması üzerine, Weishaupt ve Knigge, örgütü dağıtıp normal Mason localarına katılmaya karar verdiler. Birleşme, 1782’de gerçekleşti. Okült tarihçilerce kabul edildiğine göre, Fransız Devrimi’nde rol oynayan sosyalistlerin arasında, Babeuf ve Blanqui gibi İllümine kökenliler de bulunmaktadır. 1780 yılında, Baron von Knigge‟in teşkilata katılmasıyla, Masonluk ve İllüminati bütünleşmesi sağlandı. Dünyayı yönettiği iddia edilen İllüminati‟nin 13 aileden oluştuğu söylenmektedir. Bunlar; Astor, Bundy, Collins, DuPont, Freeman, Kennedy, Li, Onasis, Reynolds, Rockefeller, Rotshchild ve Russell aileleridir. Masonlar ticareti ellerinde tutumak için yemin ettiler. Parayı böylece kendi davaları için kullanacaklardı. Fakat sadece bu yetmeyecek görsel, işitsel sanatlarda davalarını anlattılar. Malesef islam emi bu tür gelişmeleri şeytan işi diye geri planda bıraktı. Malesef bir çağrı flmi bile holywood a nasip oldu. Ara elaman yetiştiremedik. Yönetmen oyuncu  sanatcıda... İslamı anlatmak istiyorsak "Düşmanın silahı ile silahlanın" hadisi şerifini unutmayalım. Saygılarımla...
Ekleme Tarihi: 21 Ekim 2018 - Pazar

Masonculuk

Bu hafta bi önceki yazımızı desteklesin diye mason tehlikesini anlatıcaz.

Hiram Efsanesi

 

Masonluğun tarihi Süleyman tapınağında ustabaşı olan Hiram Abif efsanesine dayanır. MS 1. Yüzyıl Musevi tarihçilerinden Flavius Josephus, Kral Süleyman‟ın tapınağının yapılması ile ilgili söyledikleri şöyleki;

“Solomon Tire‟den adı Hiram olan bir sanatkâr getirir. Anne tarafından Naphtali kabilesinden, baba tarafından ise İsrailoğulları‟nın soyundan Ur‟un oğludur. Bu kişi bütün işlerde kabiliyetlidir, ama esas yeteneği altın, gümüş ve bronz işçiliğindedir ve tapınağın bütün mekanik işleri Solomon‟un direktifleri doğrultusunda onun tarafından yapılır. Bunun yanında Hiram iki sütun inşa eder, dışı dört parmak kalınlığından bronzdan, yüksekliği ise 18 kubit (elin dirsekle parmak ucu arasına denk gelen eski bir uzunluk ölçüsü), çevresi 12 kubit dökme sütunları, üzerlerinde 5 kubit boyutunda leylak benzeri süslemelerin olduğu, etrafını ağ şeklinde iç içe geçmiş bronzdan yapılma hurmalar süsler. Buna iki sıra şeklinde asılı duran iki yüz nar bağlıdır. Sütunların birini girişe sağa yerleştirir ve adına Jachin der, sola yerleştirdiği sütuna ise Boaz.”

 

Başka bir kaynakta efsane hakkında şöyle denir;

 

“Kudüs‟te Tanrı‟nın Ebedi Tapınağı yedi yıl ve altı ay gibi kısa bir sürede Barış ve Mimarlık Prensi Süleyman tarafından, Tanrısal Yönlendirme vasıtasıyla, işçilerin alet sesleri olmadan başlamış be bitirilmiştir; 3600 Prens (Horodim) ya da Üstad- Mason ve 3600 taş kesici veya Kalfa ve 70.000 işçi vardı. Süleyman, çok sayıda Mason ustasını ve dülgerini Kudüs‟e yollayan Sur Kralı Hiram, ya da Huram‟a çok minnettardı.Ama asıl önemlisi, dünyadaki en hünerli Mason olan yoldaşı Hiram veya Huram Abif‟i gönderdi. Bilge Kral Süleyman, Kudüs Locasının Büyük Üstadıydı ve aydın Kral Hiram, Sur Locasının Büyük Üstadıydı ve ilham içindeki Hiram Abif işin Üstadıydı”

 

Mason tarihçiler, Süleyman Tapınağı‟nın tunç işleri tamamlandıktan sonra, Hiram‟ın üç yardımcısı (Jubela, Jubelo ve Jubelum) tarafından öldürüldüğünü kabul eder. Bu efsane Masonların üstad derecesine yükselme törenlerinde, yeniden canlandırılır ve topluca bir kez daha yaşanır. Üstadlığa yükselecek olan kalfa, cinayet kurbanı Hiram‟ın rolünü üstlenir. Mason Anayasasını kaleme alan James Anderson, yasada Masonluğun tarihine önemli bir yer ayırır. Anderson‟a göre; Masonluğun tarihi, ilk insan Âdem‟le başlar: “Bağımsız İlimler, özellikle Geometri, Evrenin Ulu Mimarı Olan Tanrı‟nın suretinden yaratılan ilk atamız Âdem‟in kalbinde yazılı olmalıydı; çünkü o Cennet‟ten kovulduğundan beri, bunun ilkelerini onun evlatlarının kalplerinde bulunur ve bunlar zamanla, uygun bir önermeler yöntemi haline getirilmiştir. Bu soylu ilim (…) tüm o Sanatların, özellikle Masonluk ve Mimarlığın temelidir (…) Kuşkusuz Âdem, oğullarına geometriyi öğretmişti(…) Çünkü Kabil‟ in bir kent inşa ettiğini görüyoruz.” Anderson yasasında; Hiram Abif‟in öldürülmesinin ardından olanlar şöyle anlatılır:

“Masonlardan birçoğu, O (Süleyman) ölmeden önce, yurt dışına çok uzaklara yolculuk etmeye başladı ve beraberlerinde Kardeşliğin Sırları‟nı götürdü. Eski Yasalar, Vinus isimli birinin, Bilim ve Sanatının ince bilgisini Almanya ve Galya‟ya getirdiğini beyan eder. [s.16] Onlar birçok yerde özel ayrıcalıklar elde ettiler ve liberal sanatlarını yalnızca Hür doğmuşlara öğrettikleri için onlara Hür Mason denildi. Onlar, Heybetli Sütunlar inşa ettikleri yerlerde büyüklerin ve zenginlerin teşvikiyle Localar oluşturdular. Bu zenginler, çok geçmeden Locanın üyeleri ve Zanaatın Kardeşleri olarak Kabul edilmeyi talep ettiler- ta ki bu Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar, Üstad ve Nazır olana dek. Bundan başka Krallar ve Hükümdarlar, Süleyman‟ın izinden giderek, her biri kendi idaresinde Büyük Üstad oldu. Süleyman‟ın Mason olarak hatırasına layıkıyla hürmet gösterilmiştir ve Mimari, Genel Yangın tarafından yok edilene kadar da gösterilecekti.


Mason deyimine yazılı olarak ilk defa 1292 senesinde Westminster Sarayı‟ndaki bir inşaatın belgelerinde rastlanır. Hür Mason tanımıysa, 1375 senesinde Londra inşaat birliklerinin bir toplantısına dair bir belgede görülür. Aynı tabire 1396 senesinde Exeter Katedrali‟nin inşaatında çalışanlara ait bir listede rastlanır. Bu tür meslek örgütlerinin geçmişi Eski Yunan ve Roma‟ya kadar gitmektedir. Ortaçağ Avrupası‟nda Hıristiyanlık yayılıp devletlerin resmi dini oldu. Bunun sonucunda, kilise ve katedraller inşa edilmeye ve Masonik iş örgütlenmesi ve bazı simgeler de kullanılmaya başlandı. Bu yapılanmaya, 895-990 yılları arası İngiltere‟nin York kentinde bir kilise inşaatında rastlanır. Tanrı‟ya bağlılık, mesleğe bağlılık gibi ilkeleri taşıyan York Yasası, Operatif Masonluğun ortaya çıkardığı bir yasadır.

 

Tapınak Şövalyeleri

 

resized_tapinak_sovalyeleri

 

Kaynakların çoğuna göre, en az dört yüzyıl öncesinde de var olduklarına ilişkin önemli deliller olmasına rağmen, Tapınak Şövalyeleri hakkındaki ilk belgeler 1118 yılına dayanmaktadır. Tapınakçıların görevi, Kutsal Topraklara giden hacıları korumaktır. Ancak bu işin görünür yüzüdür, Tapınakçıların gerçekte daha büyük siyasi-ekonomik amaçları vardır. 1128‟e kadar gerçek kayıtlar daha fazla yeni üyenin olduğunu göstermesine rağmen, Tapınakçıların sadece dokuz Şövalyeden oluştuğu söylenir. İngiltere Kralı II. Edward‟ın büyük babası da üyeler arasındadır . Tapınakçılar yeni bir durumu temsil ediyorlardı: “ Hıristiyan tarihinde ilk kez askerler, keşişler gibi yaşayacaktı.”(Seward, The Monks of War, s.37) 1128‟den itibaren, sadece yeni üyelerin katılımıyla değil, aynı zamanda yüklü para ve mülk bağışıyla, örgüt olağanüstü bir hızla büyüdü. 12. yüzyılın ortalarına gelindiğinde, Papalık hariç, Tapınakçılar neredeyse Hıristiyan âleminin en güçlü ve en zengin kurumunu oluşturmuşlardı. Tapınak Şövalyeleri hacıları deniz yoluyla Filistin‟in liman şehirlerine götürmekte, buradan da Kudüs‟e ve diğer iç şehirlere kadar onlara refakat etmesi gerekmekteydi. Tapınakçılar, belirli bir ücret karşılığında İsmailileri Hıristiyan hacılara refakat etmekle görevlendirdi. Böylece doğu ve batı şövalyeleri arasında bir işbirliği meydana gelmiş, bundan da adet ve inanışlarda karşılıklı etkilenmeler doğmuştu. Tapınakçıların esrarlı sayısı 7‟nin İsmaililer için de büyük önemi vardı. (İmamlar 7, davet ve vaaz eden peygamberler 7, sakit peygamberler 7...Örgütün mal varlığın kesin bir listesini çıkarmak bugün için imkânsız olmasına rağmen, en kötü tahminler bile, otuz tam teşekküllü yerleşim bölgesi ve yüzlerce irili ufaklı köyler, kasabalar, kiliseler, çiftlikler, gayrimenkulleri içeren en az yetmiş belli başlı mülkün olduğunu gösterir. Şövalyeler, Yahudi ve İslam kültürüyle olan sıkı münasebetleri dolayısıyla yeni buluşlar ve yeni fikirlere de öncülük etmişlerdir. O dönemin en iyi teknolojisi; tapınak deri işçileri, taş ustaları, askeri mimarlar ve mühendisler tarafından yapılmaktaydı. Tapınak şövalyeleri aynı zamanda etüt, harita yapımı, yol yapımı ve denizciliğe büyük katkıda bulunmuşlardır. Kendilerine ait hastanelerde fizikçi ve cerrahlar vasıtasıyla antibiyotik ve diğer ilaçlarla hasta tedavi etme imkânları vardı. Temizlik ve sağlık bilgileriyle ilgili günümüzün modern kuralları tam anlamıyla uygulanmaktaydı. O zamanlar herkes tarafından „şeytan illeti‟ olarak bilinen sara nöbetinin kontrol edilebileceğini, tedavisinin mümkün olduğunu göstermişlerdir. Bütün bunlara rağmen Tapınakçılar bölgede gerilemeye başladı. Müslümanlar hızla kaybettikleri mevzileri geri alabilmek için Haçlılar‟a gördükleri her yerde saldırmaya devam ediyorlardı. Selahattin Eyyubi, 1187 yılında Hittin Savaşından zaferle çıkacak, içlerinde Kudüs kralının da bulunduğu binlerce Haçlı, esir alınacaktı. 1291 yılında ise Tapınak Şövalyeleri‟nin sonunu hazırlayacak olan saldırı Memluklar tarafından gerçekleştirilmiş ve Akka Kalesi Müslümanlar tarafından alınmıştı. Batıya dönmek zorunda kalan Templiyeler eski prestijlerini kaybetmişlerdi . “Kudüs‟ü Müslümanlara kaptırmakla” suçlanıyorlardı. Bu durumdan yaralanmak isteyen Tapınakçıların varlığından rahatsız kesimler harekete geçtiler. Bir dizi söylenti önce yaygınlaştırıldı sonra da eylem planına döküldü. 1306 yılından itibaren, Tapınakçılar, Yakışıklı Philippe olarak bilinen Fransa kralı IV. Philippe, Papalığı kendi denetimine alarak, Tapınakçılara karşı harekete geçti. Phillipe‟nin pek çok nedeni vardı; daha önce I. Richard‟a verilen bir çeşit „fahri tapınakçı‟ statüsünü alabilmek için örgüte başvurmuş ama onur kırıcı bir şekilde reddedilmişti. Ardından Philippe, 1306 yılının Haziran ayında, bir ayaklanma sonucu Tapınakçıların Paris Mabedine sığınmak zorunda kalmıştı Paraya ihtiyacı olan kral, burada örgütün zenginliğine ve kaynaklarına tanık olmuştu. Phillipe‟in gözünde zenginlikleri ve güçleriyle Tapınakçılar, krallığın düzenine karşı gerçek bir tehdit oluşturuyordu .

 

Philippe, bir suçlama listesi düzenlendi ve 13 Ekim 1307 Cuma günü şafak vakti, Fransa‟daki tüm Tapınakçılar kralın adamları tarafından yakalanıp tutuklandı. Ancak şaşırtıcı biçimde, örgütün efsanevi hazinesinin ortadan yok olmuştu. Hiçbir zaman bulunamayan ve Tapınakçıların muhteşem hazinesi olarak anılan bu zenginlik bir giz olarak kaldı. Engizisyon tarafından gözaltına alınan bir şövalye, tutuklamalardan kısa bir süre önce, hazinenin Paris Tapınağı‟ndan gizlice kaçırıldığını söylemiştir. Fransa‟da, yakalanan Tapınakçılar yargılandı ve işkencelere maruz kaldı. Giderek şiddetlenen suçlamalar sonucunda, Tapınakçılar bazı itiraflarda bulunmak zorunda bırakıldı. Suçlamalara göre; Tapınakçılar „Baphomet‟ diye adlandırılan şeytani bir güce tapıyorlardı. Haklarındaki diğer suçlamalar şunlardı : Hırsızlık yapıp gayrı meşru yoldan zengin olmak, çocukları öldürmek, kadınlara kürtaj yapmayı öğretmek, eşcinsel olmak, İsa‟yı reddetmek, haçı kabul etmeyip, çiğneyip üzerine tükürmek . Tapınakçıların Örgütü 22 Mart 1312‟de, kesin bir suçluluk ya da aklanma kararı olmaksızın, Papalığın kararı ile resmi olarak dağıldı. 1314 yılının Mart ayında, Büyük Üstad Jacgues de Molay ve Normandiya Tapınağı‟nın Üstadı Geoffroi de Charnay yakılarak öldürüldü. Fransa Kral‟ı diğer ülkelerin hükümdarlarından Templiyeler‟in yakalanmasını istemişti. İtalya, İngiltere, Almanya, İspanya, Portekiz bunlar arasındaydı. İngiltere Kralı tutuklamada geç davrandı ve şövalyelerin bir kısmı İskoçya‟ya kaçtı. Ayrıca İngilizler tutuklananlara oldukça yumuşak davrandılar. Almanya‟da da yargılandılar, ama beraat ettiler. İspanya ve Portekiz‟de ise isim değiştirerek çalışmalarına izin verildi. Tapınakçıların Avrupa‟da kaçıp sığınabilecekleri bir yer vardı. Bu yer, Tapınakçıların zaten karşılıklı iyi ilişkiler içinde olduğu, halk tarafından seçilmiş kralların aforoz edildiği; dahası, iyi eğitimli savaşçılar arayan İskoçya idi.

 

Masonik tarihçiler tapınakçıların akıbeti hakkında şöyleyazmaktadır...

 

Bize söylendiğine göre (…) Örgütü terk etmeye zorlanan Tapınakçılar, Robert Bruce‟un bayrağı altında yer alarak, Bannockburn‟de onun saflarında savaştılar. Efsaneye göre, Bannockburn‟de savaşın sonucunu belirleyen başarılarından dolayı, Bruce, Tapınakçıları yeni bir oluşumda şekillendirdi. Örgütün dağılmasını takip eden çeyrek yüzyıl boyunca, yeni Tapınakçı tarikatları hızla ortaya çıkmaya başladı ve sonraki yüzyıllarda devam etti. Böylece, eski askeri-dini örgütün küllerinden, canlanan geleneğin de yardımıyla bugün Masonluk olarak bildiğimiz kurum doğmuş oldu. Tapınakçılar, 1314’deki büyük bozgundan sonra dağılmadılar ancak varlıklarını sürdürebilmek için bir örgütlenme tarzına ihtiyaçları vardı. “Born in Blood” kitabının yazarı Robinson’a göre İngiliz Tapınakçıları bu amaçla Masonluktan yararlandılar. Çünkü Tapınakçıların yer altına indikleri 1300’lü yıllarda, duvarcı loncaları o dönem toplumunun içinde var olan tek “dernek” türüydü ve diğer meslek kollarına göre daha içine kapalı bir yapıya sahipti. Birer lonca olan bu dernekleri locaya dönüştürüp Masonluğu yaratanlar, Robinson’un iddiasına göre Tapınakçılardır . Kaçak Tapınakçının, Masonluğun sahip olduğu ‘hiçbir birader bir başka birader hakkındaki bir sırrı açığa vurmayacaktır’ prensibine ihtiyacı vardı. Kaçak Tapınakçı için bu kural hayati önem taşıyan bir şarttı, lonca üyesi duvarcı içinse böyle bir korunmanın hiçbir anlamı olamazdı. Duvarcı ustasının, ortaya çıkmasıyla hayatını tehlikeye sokacak ne gibi bir sırrı olabilirdi ki? Yoksa kaçak Tapınakçılar duvarcı loncalarının içine karışıp, sonra da kendileri için gerekli olan bu kuralları, loncaların ritüelleri arasına mı enjekte ettiler? Bu Tapınakçıların duvarcı derneklerinde yalnızca bir sığınak bulduklarını değil, aynı zamanda bir şekilde onları ele geçirdikleri anlamına gelir.

 

Spekülatif Masonluk

 

cemal-masonluk-(4)

 

Spekülatif Masonluk meslek dışından olanların da Mason localarına kabul edilmesiyle başlar. Bu Masonlara ” Kabul Edilmiş Masonlar ” adı verilir. Kabul edilmiş Masonlar; her zaman toplumun seçkin, gücü ve iktidarı elinde tutan kişilerinden seçilmiştir. Spekülatif Masonluk , kabul edilmişlerin artmasıyla ” Kabul Edilmiş Düzenli Dünya Masonluğu ” olarak yaygınlaşmış , Operatif Masonluk zamanla yok olmuştur . 1275’te Strasburg Katedrali baş mimarı Erwin de Steinbach‟ın başkanlığındaki duvarcı ustaları da bir büyük loca kurarak loca ve atölyeler halinde örgütlenmeye başlarlar. 1350‟de Londra’da , York ve Westminster locaları İngiltere Kralı’ndan spekülatif karakterli localar olarak çalışabilme izni alırlar. XV. yüzyıl başlarında Kilwinning Büyük Locası üstad-ı âzamını soylu ve ruhbanlar arasında kendi seçebilmekte, ancak kralın onayı gerekmektedir. Strasburg ve Ratisbonnelu biraderler eski yöntemleri gözden geçirerek 1459‟da Strasburg Yasaları‟nı yayınlarlar. 1600‟lere doğru Masonlukta Spekülatif/Operatif anlayışlar arasındaki ayrım giderek keskinleşmektedir. RoseCroix‟lar, simyacılar, Kabbalistler ve Hermetikler kabul edilmiş Masonluğun ilk üyeleri arasındadır. 1640‟ta İngiltere‟de meydana gelen devrimden sonra İngiliz Masonluğu Protestanlaşırken, Fransa Masonluğu Katolik ruha ve Tapınakçı geleneğine bağlı kalmaya devam eder. 1717‟de Londra‟daki dört loca kendilerini büyük loca ilan ederler; bir “nizam”lık nosyonu geliştirerek kimin nizami, kimin gayri-nizami olduğunu ayırt etmeye koyulurlar. Bu girişimin başındaki rahipler Dessaguillers ve Anderson‟un ilk işleri Mason arşivlerinden Katolisizme eski bağıntıyı hatırlatacak tüm belgeleri temizlemek olur. Ancak bu olay kimi gelenekçi İngiliz localarının “Eskiler Büyük Locası‟nı kurarak “modernler” e uzun süre karşı koymaları sonucunu doğuracaktır. 1723‟te Londra Büyük Locası Operatif Masonluğun eski tüzük ve yasalarının yeniden gözden geçirilmesinden oluşan Anderson Yasası‟nı kabul eder. Yasa, kısa sürede Evrensel Masonluğun temel yasası haline gelir.

 

Anderson Yasası Masonluk tarihinin dönemeçlerinden biridir. Anderson Yasası‟nın ortaya koyduğu ulusal kavram ve anlayışlar değişimi yakalamanın yanında özü korumayı amaçlamıştır.


18. yy.da Masonluğun Avrupa’nın hemen tamamına hatta Rusya‟ya kadar yayıldığı görülür. 20. yy.a gelindiğinde neredeyse bütün dünyada Mason locaları mevcuttur. Osmanlı İmparatorluğu ise, Masonluğun Avrupa‟ya yayılmaya başladığı dönemde Masonlukla tanışmıştır. Osmanlılar, Masonluğun yapılanması ve sembolizminin Sufi tarikatlarınkine benzemesinden dolayı yabancı bir yapılanmayla karşılaşmadılar. Bu benzerlik Masonluğun Osmanlı İmparatorluğu’nda yerleşmesine kolaylık sağladı ve Selanik gibi şehirlerde localar kuruldu. Ancak başlangıçta localara devam eden Müslümanlar yoktu. İngiliz, İskoç, Fransız, Alman ve İtalyan ritüellerine uyan locaların hepsinin imparatorlukta şubeleri olsa da, uzun vadede en etkin olanlar Fransız Maşrık-ı Azamlığı ile İtalyan Maşrık-ı Azamlığı locaları olmuştu. 1860‟larda localara Müslümanlar da kabul edilmiş ve Namık Kemal, V. Murat, Talat ve Enver Paşalar, Rıza Tevfik, Ahmet Mithat gibi birçok Müslüman elit bu localarda „tekris‟ edilmişti. Yeni Osmanlılar ve Jön Türkler bu localara rağbet etmişlerdir. Müslümanların localara girmesiyle Masonik ritüel ve prensipler Türkçeye çevrilmiştir. Çeviri sırasında Sufi ve loncalara ait terminolojiden faydalanıldığından, Osmanlı–Türk Masonluğunun dil ve sembolleri tasavvuf deyimleriyle zenginleşmişti. Türkler tarafından ilk Büyük Loca 1908‟de kurulmuş ve ilk Üstad-ı Azam Talat Paşa olmuştur.

 

Masonik Örgütler

 

Spekülatif Masonlukla birlikte Avrupa‟da çeşitli Masonik örgütler kurulmuştur. Bu örgütlerin başlıcaları; Columbus Şövalyeleri, Druidler, Freethinkers (Özgür Düşünenler), Goodtempler Tarikatı, B‟nai Brith‟tir. Bunlardan başka Masonluk ile bağlantılı olduğu sürülen örgütler ise; Gül-Haç, İllüminati, Kurukafa ve Kemikler ve Siyon Örgütü‟dür.

 

Gül – Haç Örgütü

 

18_masonderecesi

 

Gül ve Haç adı, ” Rose et Croix ” terimlerinin birleşmesinden oluşmuştur. Rosakrusianizm, romantizm, aydınlanma, Hıristiyan dindarlığı ve Rönesans okültizminin birleşiminden doğan, büyü, bilim ve dine ait çeşitli fikirlerden meydana gelmiştir. Rosakrusianizm’in gerçek kaynağı halen bir tartışma konusudur. Buna karşın yine de köklerinin antik Mısır‟a uzandığı söylenmektedir. Avrupa’daki referansları ise 1115 yılında başlar ve Amerika’da ise ilk defa 1694 yılında görülmüştür. Tapınakçı geleneğin devamı olan Masonluk ve Gül-Haç örgütleri arasında çok yakın bir ilişki vardır. Bunun göstergelerinden biri , İskoç ritinin 18. derecesinin “Gül-Haç şövalyesi” olmasıdır. Gül-Haçlarla Masonlar arasındaki bağlantı, 1804 yılında J. G. Buhle tarafından yazılan Historico-Critical Inquiry into the Origin of the Rosicrucians and the Free-Masons (Gül-Haçlar’ın ve Masonların Kökeni Hakkında Tarihsel Kritik) adlı kitapta , şöyle anlatılır : ” Masonluk , 1633’ten 1646’ya dek süren Gül-Haç çılgınlığı sırasında Gül-Haçlarla aynı kaynağa bağlı olarak ortaya çıkmaya başladı . Her iki kulübün de amacı, Kabalist anlamda büyü ile ilgilenmek ve buna bağlı olan ‘hikmet’i aramaktı. Ve her iki kulüp de gizlilik prensibi içinde çalışıyordu.” İngiliz Masonluğunun 19. yüzyıldaki ünlü isimlerinden Gül-Haç üyesi Frederick Hockley’in The Rosicrucian Seer (Gül-Haç Peygamberi) adlı kitabında, İngiltere’deki özel bir Mason locasına üye olmak isteyen biriyle, Hockley arasındaki bir diyalog aktarılmaktadır. Hockley, birader adayına, bu özel locaya kaydolmadan önce, Gül-Haç derneğinin eğitiminden geçmesinin şart olduğunu söylemekte ve bu dernekle ilgili de bazı ilginç bilgiler vermektedir:

 

Sizin, Büyük Üstadları Kudüs’te bulunan o gizli derneğe üye olmadan önce, bu Mason locasına üye olmanıza kesinlikle karşıyım!…

– Neden?
– Çünkü (yeterince hazır olmadan) size büyük zarar da verebilecek olan bir locaya katılmanız yanlış olur.
– Peki, o sözünü ettiğiniz gizli örgüt hangisidir?
– Gül-Haç’ın takipçileri…
– Neredeler peki bunlar?
– Örgütün merkezi Fransa’dadır. Ve oraya gitmeden ve biraderlerden biriyle tanışmadan, onlara ulaşmanız mümkün değildir. Unutmayın, Fransız İmparatoru Napolyon da o derneğin üyesiydi.
– Amaçları nedir? Ne yaparlar?
– Okültizmle ilgilenirler ve görünmez güçlere ulaşmaya çalışırlar. Büyükler (üstadlar) kimi zaman Kudüs’e giderler.
– Nerede buluşuyorlar?
– Görünmez bir yerden aldıkları emirlere göre hareket ederler ve buna göre birleşirler. Maddi yönden de çok güçlüdürler. Jean Jacques Rousseau, derneğin üyelerinden ve başta gelen destekçilerindendi…

 

Gül-Haç örgütünün temel uğraşı alanı bilimseldir. Üyeleri geniş çapta simya ile uğraşmışlardır. Tarikat üyelerinin en önemli özelliği, her oluşumda bir evrim süreci olduğunu benimsemiş olmaları, bu nedenle de felsefelerinin temelinde natüralizme yer vermiş bulunmalarıdır. Bu nedenle de Gül-Haç üyeleri natüralistler adıyla anılmıştır. İllüminati 1776 yılında Almanya‟nın Bavyera kentinde Adam Weishaupt tarafından kurulmuş bir örgüttür. Weishaup‟un dayanakları, satanizm, Yahudi mistisizmi (kabala) ve İslam sufizmidir. Sözcük anlamı “aydınlanma” olan İllüminati örgütü kısa sürede ABD ve Avrupa‟ya yayılmıştır. Örgütün en önemli ilkeleri şunlardır:

 

– Monarşiye ve temelini dinden alan bir toplum yönetimine karşı çıkmak,
– İnsanlığa yarar sağlayacak çalışmalar yapmak,
– Yoksul ve güçsüzleri zengin ve güçlülerle eşit tutmak,
– Örgütün kurallarına kesinlikle uymak ve üstlerine bağlı olmak,
– Örgütün çalışmalarını sonsuza kadar sır olarak saklamak.

 

The Encyclopedia of Occult’de yer alan bilgiye göre, Almanya içinde gittikçe güçlenen İllüminati hareketi, bütün Masonik ritüelleri uygulamakla beraber, önceleri geleneksel Mason localarından ayrı bir yapıdaydı. 1780’de Alman Mason localarının üstadlarından olan Adolf Franz Friedrich Baron Von Knigge’nin İllüminati’ye katılımıyla, örgütün gücü iyice arttı. Weishaupt ve Knigge, Almanya’da, “sosyalist” denilebilecek bir devrim yapma hazırlığındayken hükümetin durumdan haberdar olması üzerine, Weishaupt ve Knigge, örgütü dağıtıp normal Mason localarına katılmaya karar verdiler. Birleşme, 1782’de gerçekleşti. Okült tarihçilerce kabul edildiğine göre, Fransız Devrimi’nde rol oynayan sosyalistlerin arasında, Babeuf ve Blanqui gibi İllümine kökenliler de bulunmaktadır. 1780 yılında, Baron von Knigge‟in teşkilata katılmasıyla, Masonluk ve İllüminati bütünleşmesi sağlandı. Dünyayı yönettiği iddia edilen İllüminati‟nin 13 aileden oluştuğu söylenmektedir. Bunlar; Astor, Bundy, Collins, DuPont, Freeman, Kennedy, Li, Onasis, Reynolds, Rockefeller, Rotshchild ve Russell aileleridir. Masonlar ticareti ellerinde tutumak için yemin ettiler. Parayı böylece kendi davaları için kullanacaklardı. Fakat sadece bu yetmeyecek görsel, işitsel sanatlarda davalarını anlattılar. Malesef islam emi bu tür gelişmeleri şeytan işi diye geri planda bıraktı. Malesef bir çağrı flmi bile holywood a nasip oldu. Ara elaman yetiştiremedik. Yönetmen oyuncu  sanatcıda...

İslamı anlatmak istiyorsak "Düşmanın silahı ile silahlanın" hadisi şerifini unutmayalım. Saygılarımla...

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve erzurumsonhaber.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.